O sabah ödevlerimi yapıyordum ve biraz sıkılmıştım ki annem çağırdı. Dışarı çıkacağımızı, giyinip hazırlanmamı söyledi. Aceleyle hazırlandım, çünkü bir an önce dışarı çıkıp ödevlerden kurtulmak istiyordum. Birlikte markete gidip mutfak alışverişi yaptık. Biraz da abur cubur aldıktan sonra eve döndük. Abur cuburlarla beraber yeniden ödevimin başına oturdum. Nedense bugün aklımı derslere vermekte çok zorlanıyordum. İçimden ödev yapmak yerine geziye çıkmak geçiyordu ama bir öğrencinin sorumlulukları vardı. Ödevlerimi yapmazsam akşam yemeğinde annemden dinleyeceğim öğütler şimdiden içimi karartmıştı bile.
Ders kitabımın yirmi dördüncü sayfasını okumaya başladığım sırada kendimi boş bir evin kapısında buldum. Daha çok ahşap bir kulübeye benziyordu burası. Kapıyı çaldım ama içeriden hiç ses gelmiyordu. Tek duyduğum arkamdaki ormanda cıvıldayan kuşların sesiydi. Ayağımla kulübenin kapısını itekledim ve kapının açık olduğunu anladım. Merakla başımı içeriye uzattım ve bir adım attım. İşte o an bir tuzağa yakalandığımı anladım.
Korkudan bayılmış olmalıyım. Gözlerimi açtığımda yaşlı bir kadının beni uyandırmaya çalıştığını gördüm. Ayağa kalktım ve kadına kim olduğunu sordum. Bana bu ormanın büyücüsü olduğunu ve ormanı yok etmek isteyen askerlerden korumaya çalıştığını anlattı. Tam o sırada dışarıdan askerlerin sesi duyuldu. Bana ve büyücüye oklar fırlatıyorlardı. Kendimizi korumaya çalıştık.
Her yanımızda askerler vardı. Korkudan ne yapacağımı şaşırmıştım. Omzuma saplanan okun acısı ile yere düştüm. O an herkes olduğu yerde donup kaldı. Ölümümle gerçek büyü ortaya çıktı. İçimdeki doğa sevgisi ile orman canlandı ve askerleri yok etti. Artık orman özgürdü. Yüzümde gülümsemeyle bakarken annemin bana ne yaptığımı soran gözlerleriyle karşılaştım. Artık hayata dönmüş, ödevlerimi bitirmek için yeniden çalışmaya başlamıştım.
Bu heyecanlı maceradan sonra artık ödev yapmak o kadar da sıkıcı gelmiyordu.