Biz kadın doğduk. Bazılarımızın babası buruktu, aslan gibi oğulları olmamıştı. Bazılarımızın annesi buruktu, aslan gibi oğlan doğuramamışlardı. Hatta bazılarımızın babası o kadar buruktu ki, kadın doğmamızı gururlarına yediremeyip, bir erkeğin ismini vermişlerdi bize. Bu bizim ilk anlam veremediğimiz suçumuzdu, sonra zaten çok suçumuz olacaktı.
Erkek kardeşlerimiz vardı ya da erkek kardeşlerimiz olmuştu bizden sonra. Onlar rahattılar, onlar gurur kaynağıydılar. Pipileri büyük bir gururla fotoğraflandı. Ama biz, biz hep küçük kızlara dikilmiş gelinlikleri giyip gezdik. Çünkü, bizim kaderimiz böyle yazılacaktı, biz gelin olacak, kocalarımıza bakacaktık. Kocamız iki höst dediğinde susacaktık. Küçükken oynadığımız evcilikte bile belliydi bu. Güzel olanlarımızı güzel oğlanlar aldı, çirkin olanlarımızla da idare ettiler. Biz hep evimiz bellediğimiz köşelerde eşlerimize varolmayan yemekleri sunduk. Bu oyunlara itiraz edenler vardı içimizde, oğlanlarla top oynamak isteyenler. Onların da suratına bir tokat patlattı babalarımız. Çünkü biz “kız”dık, çünkü ne demek oğlanlarla top oynamak?
Büyümeye başladık ki, zor bir süreçti. Yeni çıkan göğüslerimizi saklamak için kambur olduk, ilk regl olduğumuzda utandık. Annemiz pedleri saklamayı öğretti, babalarımız namusumuzu nasıl koruyacağını bir kere daha kara kara düşünmeye başladı. Bu esnada erkek kardeşlerimiz dışarda deliler gibi top oynadı, gezdi, eve sarhoş geldi hatta. Onlar kusarken babalarımız “aslan oğlum!” diye sırtına vurdu onların. Sonra keyifle bize kahve yapmamızı söylediler. Yaptık, çünkü korkuyorduk. Bir kahve yapmamanın bedelini tahmin edebiliyorduk.
Bu sefer baya büyümüştük. Bedenimizi keşfetmeye çalıştığımız her an ya anneden ya babadan dayak yedik. Okul eteklerimizi indirdik, göğüslerimizi gizledik. Erkek arkadaşlarımız tarafından zorlandık, olmayınca hak etmediğimiz yakıştırmalarla yaşamak zorunda kaldık. Sevişmeye korktuğumuz için bir kalemde bitirilen ilişkilerimiz oldu, seviştikten hemen sonra yine bir kalemde bitirilen ilişkilerimiz de. Biz kullanıldık ve bizi kullanmayanlara “çok iyi insan” diyebildik. Şükretmeyi öğrendik, çünkü şükredemeseydik, ufacık bir inceliğe ve aslında olması gereken şeye sevinemeseydik, yaşayamayacaktık.
Bazılarımız anne oldu, bazılarımız anneliği için, evladını bırakamadığı için tacize, yasal tecavüze, dayağa, hakarete maruz kaldı. Dayanamayıp gidenler oldu, onlara vicdansız dendi. “Annelik içgüdüsünden” yoksun. Biz insanlığını unutmuş insanlarla yaşayıp insanlarımızı yetiştirmeye çalıştık. Çok acı çektik, çekip gidemedik. Çekip gidenlerimizi devlet korumadı, ailelerimiz korumadı.
Evlerde dövüldük, evlerde öldürüldük, sokaklarda dövüldük, sokaklarda öldürüldük. Vahşice katledildik, yakıldık, bavullara kesilip sığdırılmaya çalışıldık.
Buna isyan edenlerimiz vardı, özgürlüğünü bir nimet olarak değil, normal bir şey olarak görenler vardı. Ve öldürülenler. İçlerimizde bütün bu düzeni kabul edip hatta bu düzeni savunanlar vardı. Onlar öldürülmedi, onlar bizi savunmadı. Savunanlar da vardı tabii, sadece üzülenler.
Biz, her kadının yanında olacağız ama isyan edenlerin yanında daha çok olacağız. O zorla dokunduğunuz narin omuzlarımızla birbirimize destek olup isyan edeceğiz. Babalarımızdan, kardeşlerimizden, sevgililerimizden, eşlerimizden yediğimiz her tokatın, her hakaretin, her dayağın, her tacizin, her tecavüzün hesabını soracağız.
Ölenlerimiz, ama en önemlisi de yaşayanlarımız için direneceğiz, onlar için savaşacağız ve ataerkil düzeni yıkacağız.
Ölen kadınlarımızın, masum kadınlarımızın, masum çocuklarımızın, Güldünya’nın, Özgecan’ın, Münevver’in ve adını bilmediğimiz binlerce masum canın hep hayal ettiği dünyayı kuracağız. Varolsun kadınlar ve sayemizde varolacaklar!