Çocukluğumda hıdırellez, sabahın erken saatlerinden itibaren bulabildiğimiz kadar çok çalı çırpı toplamak demekti. O yıl sabahçıysak okuldan dönmek için can atar, öğlenciysek okula gitmemek için binbir bahane uydururduk. 150 sokağın farklı yaşlardaki tüm çocukları için, hep birlikte yapılan çok önemli bir işti hıdırellez için hazırlanmak. Akşam yakacağımız ateşin heyecanı hepimizi sarardı.
Dört beş yaşından büyük tüm çocuklar sokakta saatlerce çalışırdık kendimizce. Beyaz Saray, Kervan Saray ve Şirin Saray apartmanlarının bahçeleri çalı çırpı ve çocuk sesleriyle dolardı. Ne kadar özgürdük. Ne kadar özgürmüşüz!
Akşam olmaya yakın sokağın ortasında ateş yakılır, üzerinden atlanırdı. Büyük çocuklar küçükleri kucaklarına alıp atlatırlardı. Bazen rüyamda hâlâ birinin kucağında ateşten atlarken görürüm kendimi. Ne büyük heyecandı. Ne büyük heyecanmış!
Babam ve annem de işten gelir gelmez eğlenceye katılırlardı. Babam bir sicimin ucuna ince bir bulaşık teli bağlar, teli tutuşturup balkondan dışarı doğru sarkıtır, ucundan tuttuğu sicimi hızla çevirirdi. Bizim sokağın havai fişeğiydi bu. Herkes çığlık çığlığa ikinci kattaki evimizin balkonunda dönen ateş çemberini izlerdi. Yemekten sonra sıra, Hatay Caddesi’ne çıkıp yürümeye gelirdi. Caddede neredeyse adım atacak yer bulunmazdı. Caddenin kaldırımları panayır yeri gibi olurdu. Tüm babaların omuzlarında birer çocuk otururdu. Ne büyük eğlenceydi. Ne büyük eğlenceymiş!
Mevsimin ilk dondurması o gece yenirdi. Penguen Pastanesi’nden. Annem ille de adisebaba almayı isterdi, biz ise külahta dondurma diye diretirdik. Babamla ikisi adisebabalarını yerken biz dondurmaları çoktan bitirmiş olur, pamuk helvacıya doğru kırardık dümeni. Ne mutlu çocuklardık. Ne mutlu çocuklarmışız!
Eve döndüğümüzde yatmadan önce balkona çıkıp tahta mandallardan ev şekli yapardık. Ev sahibi olmak için. Bu, annemin en büyük dileğiydi. Bizi de ortak ettiği bu dileği Hıdır ile İlyas’a iletmek için tüm aile mandalları özenle yerleştirirdik. Bu sırada “Yarın mutlaka yağmur çiseleyecek, bak göreceksiniz” derdi annem. Ona göre, Hıdır ile İlyas her yıl yalnızca 5 Mayıs’ta buluşur, 6 Mayıs’ta yine ayrılmak zorunda olduklarından böyle sessiz sessiz, çiseleye çiseleye ağlarlardı.
Tüm bunlar her yıl 5 Mayıs’ta aynı sırayla tekrarlanırdı. 6 Mayıs günü ise hepimiz, 150 sokağın tüm çocukları, günlük rutinimize döner, ipek böceklerimiz için yaprak toplamak üzere dut ağacının dallarındaki yerlerimizi alırdık. Biz ağacın tepesindeyken, sessiz sessiz, çiseleye çiseleye yağmur yağardı.