12 Eylül darbesi, o yılları yaşayan herkesin hayatından bir şeyleri alıp götürdü. En ağır bedeli siyasetin içinde olanlar ödedi.
Kimi işkencede öldü, kimi sokak ortasında kurşunlara hedef oldu, kimi yıllarca hapishanede kaldı. Bedel ödeyenler sadece yetişkinler değildi. Çocukluk anılarında tankların, silahların, korkulu rüyaların olduğu küçük insanlar, yaşadıklarının izlerini bugün hala ruhlarında taşıyor. Darbe günlerini, anneleri, babaları ve hatta kendileri işkence gören, o dönemin küçük tanıklarından Tempo Dergisi dinledi…
Mehmet Ali Hatemi (Sanat Galerisi Sahibi) Yaş: 39
“Beş yıl babamdan mahrum kaldım”
Darbe sırasında yedi yaşındaydım. 12 Eylül bizim kapımızı fiilen biraz daha geç çaldı. Babam İstanbul Üniversitesi’nde medeni hukuk profesörüydü. 12 Mayıs 1983 günü eve bir muhtıra getirdiler. Kâğıtta, babamın bir daha asla, hiçbir kamu kuruluşunda çalışamayacağı yazıyordu. Nedeni de 12 Eylül’den önce hem sağcıların hem solcuların yanına gelip “Hocam Humeyni’nin ‘İslam Devleti’ adlı kitabını, Avrupa’da her dile çevirdiler. Siz çevirin, biz de bu kitabı kendi dilimizde okuyalım” ricası üzerine, kitabı Türkçe’ye çevirmesiydi.
Zira ailemizin kökeni İran Azerilerine dayanıyor, babamın Farsçası çok iyi. Ayrıca eğitimini almadığı halde, alaylı bir ilahiyatçı, dindar biridir. Naif, tamamen kendine özgü, müslüman bir insandır. Bu yaşımdayım, beş vakit namaz kıldığını bilmeme rağmen, bir kez bile onun namaz kıldığını görmedim. Babam uzun bir bocalama devresi geçirdi. Evimize gelip sabaha kadar oturan, bugün de önemli pek çok kişi etrafımızdan kaybolup gitti. Babam Münih Hukuk Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak davet edildi. Beş yıl boyunca babamdan mahrum kaldım. Yeniden Türkiye’de üniversiteye davet edilmesine kadar yedi yıl geçti.
Kenan Evren bilmiyormuş
Bir gün, dost sohbetinde Kenan Evren’e olan nefretimi anlatıyordum. Bir arkadaşın yüzü kıpkırmızı oldu. “Kenan Evren annemin babası. Dedemin, babanız Hüseyin Hatemi’yi çok sevdiğini biliyorum. Bu nefretinizi dedeme anlatacağım, çok üzülecektir.” Birkaç ay sonra kendisiyle yeniden karşılaştım ve bana “Dedem ‘O yıllarda, önüme listeler gelirdi. Ben de bakmadan imzalardım. Kurunun yanında yaş da yandı’ dedi” diye anlattı. Babam ölmeden önce, ‘tonton ihtiyar’ Kenan Evren’in yargılandığını gördüğüm için, ruhum bir nebze serinledi.
Altan Tan (BDP Diyarbakır Milletvekili) Yaş: 54
“Babamı işkenceyle öldürdüler”
Babam Bedii Tan, Diyarbakır’da müteahhitlik yapıyordu. 23 Mayıs 1982 tarihinde gözaltına alındı. 12 Eylül’den önce örgüt elemanları, babamın da ortağı olduğu şirketi tehdit edip, para almış. Babam, şirketin dört ortağından biriydi. Darbenin üzerinden iki yıl geçtikten sonra, bir örgüt elemanı yakalanıp, itirafçı olmuş. Babamın şirketinden para aldığını söylemiş. Bunun üzerine, aralarında babamın da olduğu şirketin üç sorumlusunu tutuklayıp Diyarbakır Cezaevi’ne götürdüler.
Örgüte yardım ve yataklıktan suçlamak için, işkenceli sorgularda babama, bu parayı isteyerek verdiğini söyletmeye çalıştılar. Babamın kaldığı dönemde, Diyarbakır Cezaevi’nde herkese düzenli olarak işkence yapılıyordu. Babamı da işkenceyle öldürdüler. 14 Temmuz 1982 günü ramazandı. Babam cezaevinde oruç tutuyormuş. Orucunu zorla dışkı yedirerek bozdurmuşlar. Ayrıca tüm koğuşu ıslatmış, babam dâhil herkesi suyun içinde, yerde yatırarak sabaha kadar bekletmişler. Babam ağır şekilde rahatsızlanmış. Hastaneye sevk edilmesi gerekirken, A. G. isminde, ‘Gestapo’ namıyla bilinen asker gardiyan, ona çok şiddetli bir tekme vurmuş. Babam yerden kalkamamış. Doktor raporuna göre böbrekleri patlamış.
“Çaresizdim. Hukuk yoktu.”
O tarihte binlerce, on binlerce insan gözaltına alındı ve işkence gördü. Yüzlerce insansa işkencede öldü. Elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Üstelik biz, Diyarbakır’ın güçlü ailelerindendik. Korgeneral Kemal Yamak, bölgede en etkili isimdi. Babam onu da tanırdı. Valiyle, belediye başkanıyla, hâkimlerle tanışıyordu. Bütün bu kişiler bize sırtını döndü. Şu anda hâlâ nefret, kin ve intikam duygularıyla doluyum. Babam öldüğünde, 24 yaşındaydım. Bugün hâlâ o günlerin izlerini üzerimden atamıyorum. Annem ölene kadar devlet görevlilerinden nefret etti. Kardeşi emniyet amiriydi. “Bu da millete işkence yapıyor” diyerek uzunca bir süre kardeşiyle bile görüşmedi. Babamın dayısı emekli yarbaydı, çok iyi biriydi. Ama annem, üniformalı diye onunla da uzun müddet görüşmek istemedi. Babam alındıktan 50 gün sonra öldü. Onunla beraber içeri giren diğer şirket ortakları ise altı ay sonra serbest bırakıldı.
Cemal Subaşı (Gazeteci) Yaş: 40
“Babam ölecek mi şimdi?”
Babam DİSK’te sendikacıydı. Darbeden birkaç ay önce, sabah erken saatlerde biri kapımızı yumruklamaya başladı. Gelen Cemil Amca’ydı. Kapı açılır açılmaz ağlayarak, “Muzaffer’i (babam) vurdular” dedi. Dedem oracıkta bayıldı. Annem ağlayarak saçını başını yoluyordu. Sekiz yaşındaydım. Bugün bile o anlar gözümün önünden gitmiyor. Kilis’te yaşıyorduk. Hemen ailece Gaziantep’e doğru yola çıktık. Herkes ağlıyordu. O an kendi kendime, “Ben de ağlamalıyım” diyordum, ama ağlayamıyordum. Hastaneye vardık. Babamın vücuduna sekiz kurşun isabet etmişti. Gülümsedi ve “Gelin yanıma” dedi. Sarılmaya korktum ya canı acırsa diye. Acıtmayacağını düşündüğüm şekilde sarıldım. Burnumu vücuduna dayadım. Ne güzel kokuyordu. Olayın nasıl olduğunu anlatıyordu.”
“Cemal beni böyle görmesin”
Babam hastanede ne kadar kaldı hatırlamıyorum. Taburcu edilmesinin ilk günüydü. Sabah polisler evimizi bastı. Kolu hâlâ askıda olan babamı alıp götürdüler. Bir ay sonra, İstanbul’da Metris Cezaevi’nde bulduk onu. Paraya ihtiyacımız vardı. Ninem beni bir ayakkabı tamir dükkânına götürdü. “Al; eti senin, kemiği bizim” dedi ve gitti. Sekiz ay sonra babam cezaevinden çıktı. Bu arada, ayakkabı tamircisinde sekiz yaşındayken başladığım iş hayatı, simit-tatlı satıcılığı, tuhafiye, eczane, bakkal, market gibi yerlerde çalışarak devam etti. Babam, üç gün evdeyse, dört gün Birinci Şube’deydi. Bazı geceler gelmiyordu. Geldiğinde yüzü gözü şiş oluyordu.
Bir seferinde karakoldan çıkacağı sırada anneme “Dur, elimi yüzümü yıkayayım, Cemal beni böyle görmesin” dediğini duydum. Sayısız kere ev değiştirdik. Bir evimiz karakolun yanındaydı. Geceleri bazı sesler gelir ve babam ağlamaya başlardı. O seslerin, karakolda işkence yapılan insanlardan geldiğini yıllar sonra öğrendim. Şimdilerde babam Birinci Şube’de, kendisine işkence yapan komiser ‘arkadaşının peşinde. Çünkü 12 Eylül öncesi o adamla çok iyi arkadaşlarmış.
Sevim Karataş (Ev hanımı) Yaş: 45
“Kardeşimi köprüden sallandırdılar”
Sol görüşlü bir aileyiz. Darbeden 15 gün kadar sonra, gece polis ve asker evimizi bastı. 13 yaşındaydım. Aniden içeri dalıp her yeri aramaya başladılar. İki ağabeyimi ve yengelerimi arıyorlardı, yerlerini sordular. “Bilmiyoruz” dedik. Beni ve 12 yaşındaki erkek kardeşimi zorla bir araca bindirip götürdüler. Araçta bir yandan vuruyor, küfür ediyorlardı. Boğaziçi Köprüsü’nün üzerinde benzin bitti ve yolda kaldık. “Yüzbaşım” diye seslendikleri bir polis vardı. Çıldırdı. Dipçikle ikimize de vurmaya başladı. Kardeşimi arabadan indirdiler. Dışarıdan çığlık sesleri geliyordu. Camdan dışarıyı görebiliyordum.
Kardeşimi beline ip bağlayıp, köprüden aşağıya sallandırdılar. “Seni aşağı atarız. Kimsenin de haberi olmaz. Ağabeyinin yerini söyle” diye bağırıyorlardı. Oysa biz yerlerini bilmiyorduk. Döve döve bizi Gayrettepe Birinci Şube Müdürlüğü’ne götürdüler. Gözlerimizi bağlayıp bir odaya kapattılar. Sonra kardeşimi ayrı bir yere götürdüler. İşkence görenlerin seslerini duyuyordum. Bir kadın polis beni tuvalete götürdü. Çıktığımda kapıda yoktu. Kardeşimi aramaya başladım. Bir odayı açtım; erkeklerle doluydu. Saçları omuzlarına, sakalları göbeklerine kadar uzamıştı. Oda inleyenlerle, bağıranlarla doluydu. Bazıları ölmüş gibiydi. Sonra bir polis beni, döverek çıktığım yere götürdü. Sürekli vuruyorlardı. Bir ara gözümü açtım. Yerler kan içindeydi. Kırılmış tahta parçaları, pankart bezleri, birilerinin çorapları, ayakkabıları ortalıktaydı. Çok korktum. Sonra kardeşimi de yanıma aldılar. Merdaneyle çalışan bir alet getirdiler. Bir ucunu bana, diğerini kardeşime bağlayıp elektrik verdiler. Bağırdık, “Bilmiyoruz” dedik ama dinlemediler.
“Elektrik verdiler”
Suratıma o kadar çok darbe yedim ki yüzümü hissetmiyordum. Beni işkence görüp bir odaya atılan insanların arasına koydular. Yüz göz kan içinde, ağlayan, konuşamayan insanlar vardı. Sonra kardeşimi getirdiler. Üstü paramparçaydı. Göğsü, her yeri kıpkırmızı olmuştu. Yere yatırıp ayaklarımıza vurdular. Kardeşimin eline, ayaklarına elektrik verdiler. Bağırıyordu. Bu olay bir buçuk gün sürdü. Sonra bizi bıraktılar. Kardeşimi 18 yaşına gelene kadar ara ara alıp işkence yapmaya devam ettiler.
Saliha Durak (İç mimar) Yaş: 37
“İki kere dilim tutuldu”
Darbe sırasında ailemle birlikte Erzurum’da, dedemin evindeydik. Beş yaşındaydım. Ülkücü görüşlü bir aileyiz. Babam Yılma Durak’ın gözaltına alındığı günü çok iyi hatırlıyorum. Darbeden 15 gün kadar önceydi. Damdan gürültüler gelmeye başladı. Kapı çalındı. Babam kapıyı açınca, elinde silahları olan ‘amcalar’ içeriye daldı. Silahlar bize doğrultulmuştu. Bütün evi aradılar. Kardeşimin kundağını bile açıp kontrol ettiler. Babamı tutukladılar. 15 gün kadar nerede olduğunu bulamadık.
Babaannem beni İstanbul’a götürdü. Babamı orada aramaya başladık. Gittiği yerlerde, “Oğlum sağsa bana gösterin, değilse kanlı gömleği de olsa verin” diyordu. Bu konuşmalara tanık olduğum gün, dilim tutuldu. Tamamen içime kapanmıştım. Sonunda babamı İstanbul’da, bir hastanede bulduk. Ona, 15 gün boyunca çok ağır işkenceler yapmışlar. Gövdesinin üst bölümü sargılar içindeydi. Mumya gibi görünüyordu. Başında da bir asker bekliyordu. Babamın ayakları 39 numaradır. Falaka yüzünden 43 numara terlikler ayaklarına küçük geliyordu.
Görüş sırasında dayak
Sonra Mamak Cezaevi’ne gönderildi. Bir süre sonra, bir gazetede babamın hapishaneden kaçmaya çalışırken vurulduğuna dair bir haber çıktı. Aile büyüklerim, gazeteyi yanımda okudular. Öldüğünü düşündüğüm için çok korktum ve yine dilim tutuldu. Sonra haberin yalan olduğu ortaya çıktı. Kapalı görüş sırasında babam bizimle konuşurken kımıldadığında, başında bekleyen asker sırtına copla vuruyordu. Görüşmenin tamamında, kımıldamadan durması gerekiyordu.
Bir keresinde babam görüşe gelirken sendeledi ve yere düştü. Bu sefer de gözümüzün önünde “Niye düştün?” diye bağırarak dövdüler ve sonra da karşımıza oturttular. Annem bize, babamızın önemli bir insan olduğunu söyler ve onu daktilo yazmak için aldıklarını anlatırdı. Bir gün ziyarete gelen komşularımızdan biri, o sırada 2.5 yaşında olan kardeşim Tuğba’ya, babamın yerini sordu. Tuğba, annemin odada olmadığını görünce sessizce “Annem daktilo yazıyor sanıyor, ama hapiste” dedi. Babam, Mamak Cezaevi’nde beş buçuk yıl kaldı. Bugün bile düşününce, bizlere bunu neden yaşattıklarını anlamıyorum.
Begüm Sayman (Avukat) Yaş: 39
“Babam, ölüm listesindeydi”
Darbe olduğunda yedi yaşındaydım. İzmir’de yaşıyorduk. Babam askerdi. Darbenin hemen öncesinden itibaren eve ya hiç gelmemeye ya da çok geç gelmeye başladı. Sürekli baskınlardaydı. Annem o dönemde, ölümleri görüp duymayalım diye haberleri izletmezdi. Lojmanın hemen arkasındaki bölgede sık sık çatışma çıkardı. Bir gece ansızın uyandım. Annemin ağlama sesi geliyordu. Yanına gidip neden ağladığını sordum. Bana babam için endişelendiğini, yine eve gelmediğini söyledi. O gece kucağına oturup ben de annemle beraber ağlamıştım. İzmir’deki evimizde, akşam babamla yemek yediğimizi hiç hatırlamıyorum; hatta babamla beraber ortak bir şeyler yaptığımızı bile hatırlamıyorum. Annem, o yılları anlatırken, her an kapıya bir asker gelecek ve babamın ölüm haberini verecekmiş gibi korku içinde beklediğini söyler. Hislerini kardeşim ve bana yansıtmamaya çalışıyordu.
“İkinci ekmeği alacak paramız yoktu”
Babam o yıllarda hep sinirli, endişeli ve mesafeli bir adamdı. Bizlere göreviyle ilgili hiçbir şey anlatmazdı. Sonra İzmir’den apar topar tayin oldu. Neler olduğunu anlayamamıştık. Sonradan öğrendim ki 12 Eylül döneminde terörist bir grubun ölüm listesine girmiş. Bu nedenle Ankara’ya taşınmışız. Daha güvenli olsun diye kirası yüksek bir semtte oturmaya başladık. Babamın maaşı kiramızı karşılamaya ancak yetiyordu ve ciddi şekilde maddi sıkıntı çekiyorduk. Bir gün alışveriş sonrası aldığımız ekmeği yere düşürünce annem beni dövdü. Çünkü ikinci ekmeği alacak paramız yoktu.
( Haber, 15.07.2012 tarihli Pazar Postası’ndan alınmıştır)