Ben çocuklu bir insan olduğumdan beri bakkal, pazar, market, gündüz kahvesi, gece rakısı vb. işler dışında bir yere çocuksuz gitmedim. Bu yüzden, sonbaharda bir haftalığına alayım sırt çantamı İstanbul’a kaçayım, arkadaşlarımda kalayım, sabahlar olmasın oooh… dedim. Evet arkadaşlarımı özledim ve heyecan verici idi ama eee? Yani uzun zamandır yapılmamış bir şey olmasına rağmen aslında pek ilginç de değildi. Daha önceki yıllarda bin tane versiyonu bizatihi yapılmıştı filan.
O zaman dedim ki kendime: “kızım kıçının üzerinden aktivistlik yapma, kendi kendine dövünüp kendine daha da kızıp kendini dövme, git bir işe yara” Nereye? Suruç’a, mülteci kampına.
“Hem oralı olan hem de sonradan gitmiş bir sürü arkadaşım var. Onlardan bilgi alayım. Ne gerekiyorsa önceden çalışayım, toplamam gereken bir şey varsa toplayayım, bir atölye düzenleyeyim bunun için ders çalışayım. Bir işe yarayayım. Birilerinin yüzünü güldüreyim. Belki gelirken bir çocuk… Dur bakalım…” dedim. (ve sadece kendime dediydim şu ana kadar)
Ne yapabilirim ki zaten başka tek başıma; arkadaşlık, ablalık, buradayım demek dışında…
Ali İlyas, Metin, ben ve henüz rahmimde olan Samed Dünya 2013 Haziran’ında arkadaşlarımızla memleketleri Şırnak’a gittik, akrabalarının evlerinde kaldık, köy civar güzel dağlar tepeler dolaştık. Durmaksızın yemek yiyip, çay içtik. Bir gün de Roboski’ye gittik.
Gitmeden önce İstanbul’da Tahtakale’yi talan edip torbalarca süslü kalem, toka, minik araba, takı, minik cüzdan, parmak kuklası vb. hediyeler almıştık çocuklara dağıtmak için. Nasıl heyecanlanıp sevindiklerini, tatlı mahcubiyetlerini, sorularını, arkadaş olunca kendiliklerinden anlattıkları orada neler yaşandığını, ne kadar ciddi ve bilinçli olduklarını unutmam mümkün değil.
Belki bizi unutmuşlardır ve sadece o an iyi gelmişizdir, belki hala tokaya, arabaya bakıp gülümsüyorlardır, kim bilir? Dönüşte geç olmuştu, İlyas arabada kucağımda uyumuştu, Roboskili babalardan biri ile yolda karşılaştık, bizimkiler çıkıp sohbet ettiler. Ben camdan seslenip arabadan çıkamadığım için özür diledim, o ise “aman uyusun mühim olan çocuktur, rahatı bozulmasın, teşekkür ederim bizi yalnız bırakmadınız, unutmadınız” dedi. Son cümleyi bir daha okuyun lütfen, izi kalsın isterim çünkü. Bir sürü arkadaşım var şimdi, orada tanışıp hala haberleştiğim. Birisi milletvekili bile oldu!
İşte tüm bu tanık olduğum, tahmin ettiğim duygularla, yani seni yalnız bırakmak istemiyorum demek için, belki sonradan hatırlamayacakları ama yaşarken iyi hissettireceği güzel anlar paylaşmak için Suruç’a gidecektim. Bu pazartesi, 20 Temmuz 2015’te katledilenler, yaralananlar gibi. Bu kadar basit, içten, normal, insani bir sebeple.
Peki ben şimdi nasıl gideyim? Bir soru daha; bir arkadaşım bir baba, ölen gençlerden birini, şimdi altı yaşında olan kızı yerine koyup ağladı “ama bu o!” diye. Bu yüzden de canımız acıyor, ağlıyoruz değil mi? Çocuklarımız büyüyünce böyle insanlar olsun istiyoruz. Vicdanlı, akıllı insanlar olsun diye, ana babalarımızın “aaa bu kadar da şey öğretmeyin canım!” diye kızmasına rağmen hayatı ve yapmaları gerekenleri öğretiyoruz.
Peki ben şimdi nasıl devam edeyim?
Zaten bir amaç da bu değil mi? Böyle hisseden senin, benim elimizi kolumuzu bağlamak değil mi?
Gerçi ben ne Kürt’üm, ne örgütlüyüm, ne alevi. (cenaze listesini okudunuz mu?) İstanbullu, Bodrum’da yaşayan, İtalya’da mücevher tasarımı okumuş bir kadınım. İstatistiki olarak, giderken trafik kazasında ölmem çok daha büyük bir ihtimal. Ama evde oğullar var, gram olasılık göze almam ne yazık ki… Bu yüzden de hiç iyi değilim, bitabım. Bu duygunun adı yas, Roboski sonrası da bu imiş, bunu babamla öğrendim.
Hayatımızın gerçek olmasını sağlayan tüm bu duygularımıza sahip çıkalım. Birbirimize sahip çıkalım. Başka bir hayat mümkün mü bilmiyorum, pek umutlu da değilim açıkçası ama biz elimizden ne geliyorsa, vazgeçmeden yapalım.
Yaşanan tüm korkunç olayların (olacaksa, 100 sene sonra filan olacak) sınırsız, dinsiz, erksiz bir dünyanın müsebbibi olması dileğiyle…