İnsanoğlunun yaşam kaynağı olan ekmek, ne yazık ki özen gösterilmeyen, en çok ihmal edilen ürün haline dönüştü. 2011 yılında dünya 220 milyar dolarlık ekmek tüketirken, Türkiye 12 milyar dolarla dünyanın lideri durumunda.
Dünya nüfusunun yüzde 1,05’ini oluşturan Türkiye halkı, ekmeğin yüzde 5,45’ini tüketiyor. Bu tablo dünyanın aksine Anadolu insanının temel gıda maddesinin ekmek olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Zaten Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, Türkiye’de insanlar, günlük enerjilerinin ortalama yüzde 44’ünü sadece ekmekten, yüzde 58’ini ise ekmek ve diğer tahıl ve tahıllı ürünlerinden sağlamaktadır. Yine aynı verilere göre, dünyanın en sağlıksız ekmeği Türkiye’de üretiliyor.
Günlük enerjisinin yüzde 44’ünü sadece ekmekten karşılayan bir toplumda, ekmeğin illa ki en sağlıklı gıda maddesi olması beklenir. Oysa Türkiye’de ekmek denilince akla en son gelen şey hijyen ve sağlıklılığı olmakta.
Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin hazırladığı “Ekmek Raporu-2010” çalışmasına göre İstanbul2da bulunan 4 bin 500 ekmek fırınından, bin 500’ü ruhsatsız. Yani her 3 fırından 1’i ruhsatsız faaliyet gösteriyor. Rapora göre, kişi başına günlük ekmek tüketimi 350-400 gram. Yoksul kesimde bu rakam 800 grama kadar yükseliyor. Bu pilot çalışmalar bile, tek başına, Türkiye’de üretilen ekmekteki sorunları göstermesi açısından yeterli…
Buğday ve ekmeğin, nihai tüketiciye ulaşana kadarki süreçte yaşanan sorunlar şöyle özetlenebilir:
- Genetik değişikliğin birinci fazı olan hibritleştirme ile besin değeri düşürülen tohumlardan un elde edilmesi,
- Tahılın yetiştirilmesinde tarım kimyasallarının kullanımı,
- Un yapımındaki hileler ve kimyasal katkı maddeleri eklenmesi,
- Besinin yüzde 90’dan fazlasını oluşturan rüşeym ve kepek kısmının undan atılmasıyla beyaz un üretimi,
- Aşırı miktarda maya kullanımı ve özellikle mayaların GDO’lu olması,
- Ekmeğe üretim aşamasında çok yoğun biçimde katkı maddelerinin eklenmesi,
- Ekmek üreten tesisler ve çalışanların temizlik koşullarına riayet etmemesi,
- Ekmeğin satış noktasına dağıtımı için kullanılan taşıma kaplarının çok sayıda virüs ve bakteri barındırması,
- Ambalajlanmadan satılan ekmeğe, üretim, dağıtım, satış ve tüketici tarafından seçilmesi gibi üretimden tüketime kadar geçen süreçte çok sayıda kirli elin temasıyla bulaşan bakteri ve virüsler,
- Satış noktasındaki saklama koşulları… şeklinde devam eden sorunlar ne yazık ki toplumun gıda zannederek aslında zehir tüketmesine neden olmaktadır.
Türkiye’de, aslında “fizikî açlığımızın giderildiği buna karşın biyolojik açlığın arttığı” açık seçik ortada. Tartışmasız gerçek şu ki, Türkiye’nin en önemli sorunların biri olan ekmek sorunudur.
İlgili makamların bu sorunu çözmekten çok daha karmaşık ve kaotik hale getirdikleri ve bu sayede de toplumsal istekten çok endüstriyel istekleri önemsedikleri de ayan beyan ortadadır.
“Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi” ise soruna çözüm için radikal ama gerçekçi öneriler getiriyor.