Yarıyıl tatili, bayram tatili, kar tatili, hastalık, resmi ve resmi olmayan keyfi tatiller nedeniyle okula verilen ara sonrası uyum sorunları baş göstermekte. Geri dönüşler çocuklar için oldukça zor. Hafta sonu sonrası bile okula adapte olabilmek güç.
Çoğumuz aşağıdakilere benzer cümleler ile karşılaşıyor ve kayıtsız kalamıyoruz.
“Sadece oynamak istiyorum, çok az, hadi gel sen şimdi kelebek ol ama sarı kelebek ben de mavi kelebeğim yok yok mor olucam, sen bugün işe gitme ben de okula gitmiyim, tatil bitmesin”
Her gün işe gitmek gerek malum. Peki neden?
3 yaşında bir çocuğa hayata dair bu kadar önemli bir konuyu nasıl anlatmalıyız? Anlaması çok zor bir kısım araştırma, somutlaştırarak anlatmak gerek derken, bir kısım araştırma olduğu gibi anlat diyor. Ki bu olduğu gibi anlat dünya bir toz bulutuydu ile başlıyor.
Bir sürü taktik önerilmiş bunları deneyince de neler oluyor?
İşte bir diyalog:
Sabah uyanıp gözlerini açar açmaz şu soruyu sorar:
– Anne bugün okul var mı?
Anne: Evet kızım var.
– Ama ben evde kalmak istiyorum.
Anne: Benim işe gitmem gerekiyor.
– Gitmesen.
Anne: Olmaz kızım. Bak, sana güzel mamalar, ciciler, oyuncaklar alacağım beraber gezmelere gideceğiz işe gitmezsem bunları yapamayız.
– Tamam, yapmayalım ben istemiyorum bir şey. Evde kalalım.
Bu yaklaşım işe yaramıyor en azından beni tatmin etmiyor. Çocuğumu maddi sevinç odaklarına yönlendirip boğuyorum hissine kapılıyorum. Oysa ki somut yaklaşım sanırım bunu tavsiye ediyor. Bir süre sonra çocuk “aman, yemek yemiyim, cici giymeyim de annem yeter ki işe gitmesin” diyebilecekmiş gibi geliyor.
Bir diğer taktik:
Aynı sabah sorusu ile uyanınca cevabım:
“Kızım bana okulda ihtiyacı olan öğrencilerim var. Ben okula gitmezsem onlara kim ders yapacak? Üzülürler ve onlar üzülürse bana da kızarlar sonra.”
“Sen işe gidersen ben de üzülürüm benim de sana ihtiyacım var. Evde kalalım” cevabı ile sonuçlanıyor.
Burada daha soyut duygular üzerinden anlatmaya çalışıyorum ama çok fena köşeye sıkışmış hissediyorum. Söylediğinde sonuna kadar haklı onun da bana ihtiyacı var ve tabii ki önceliğimin o olduğunu hissetmesi hatta bundan hiç şüphe duymaması da çok önemli.
Bir diğer öneri :
Okulda sana ihtiyaçları var. Gitmezsen arkadaşların da seni özler, hem hep beraber daha güzel faaliyetler yaparsınız demek, bu yaklaşımda da bu yaş grubundaki çocuğa çok fazla sorumluluk yükleniyor gibi geliyor bana.
Okula gitmeye karar verip evde kalamayacağımız anlaşıldığı andan itibaren de seni sevmiyorum demeler başlıyor. Bu daha çok yeni, devam etmemesini umuyorum ama bu zorlu yolculukta duymak istediğim en son şey.
Burada da taktikler “sakın duygularınızı belli etmeyin” yönünde, ama neden?
Çocuğum neden üzüldüğümü görmesin? Onun duygularını benden saklaması hayatta en son istediğim şey olurdu herhalde. Üzülürsek eğer bize karşı bu durumu kullanırmış. Bir sürü blog, forum var “çocuğum bana seni sevmiyorum diyor” başlığı ile başlayan. Farklı taktikler ile dolu içi. En doğrusu direkt duygularını göstermek sanki.
Şimdi işin özüne dönecek olursak, kendi tecrübeme dayanarak ve uzmanlardan özür dileyerek 3-6 yaş grubundaki çocuğa iş ve zorunluluk kavramlarını anlatmanın bu yukarıdaki taktiklerle mümkün olmadığı kanısındayım. Neticede her gün farklı bir mod ile uyanabilecek bir insan yavrusu söz konusu olan. Her gün aynı taktik de bir süre sonra geçerliliğini kaybedebilir.
Okula gitmek istemediği, anneye çok bağımlı olduğu günlerde onunla aynı modda, onu çok iyi anladığını belirten bir yaklaşım belki de en iyisi. Ben de işe gitmek istemiyorum evde seninle kalmak istiyorum dediğim oluyor kızıma, neden olmasın? Bu noktada ağlama krizi olaya eşlik ediyor ki hiç engellemeden ağlayıp rahatlamasını teşvik ediyorum. Daha sonra koca bir kucaklaşma ve bir nebze rahatlama yaşıyor. Ağlamanın sonrası biz de her şey biraz daha normale dönüyor. Ağlamaması için ne kadar baskı kurarsam o kadar daha kötü boyutlarda geri dönüşleri oluyor. Ağladığı zamanları baskıladığımda canı acıdığında bile kendisini tuttuğunu ve ağlamadığını fark etmiştim.
“Ay, benim kızımın morali bozulmuş, okula da gitmek istemiyormuş” diyerek telkin etmek ve onu anladığımı, neden ağladığının farkında olduğumu belirttiğim davranışlar hep kazanım olarak sonuçlanıyor.
Genellikle pazartesi sabahlarına ve uzun tatil sonralarına denk gelen bu ağlama krizleri ve okula gitmek istememe tripleri hafta ortasında biraz daha hafiflemiş oluyor. Pazartesi sabahı, “Neden tatil değil? Tatil olsun. Ben okuluma küstüm gitmiycem işte” lafları tekrarlandıkça ben de işe gitmek istemiyorum keşke hep hafta sonu olsa değil mi? diye ona destek oluyorum, ikna etmeye çalışmıyorum.
Bir süre sonra dertleşen ve aynı fikirde olan iki tip olarak diyalog kurmaya başlıyoruz ve ağlama kesilmiş oluyor. Onu teşvik etmek için hadi gel bugün o zaman evde kahvaltı edelim diyorum. Küçücük bir değişim bile onu mutlu etmeye yetiyor. Ya da “hadi gel bugün okula seni ben bırakayım ya da bugün okula kitap götürmek ister misin? Elbise giyelim mi ikimiz de ne dersin?” gibi konuyu başka taraflara çeken formüllerimi uyguluyorum.
Her gün çok mutlu uyanmak mutlu mutlu okula gitmek zorunda değil. Siz nasıl her gün işe gitmeye can atmıyorsanız onun da böyle zamanları olabileceğini kabul etmeniz gerek.
İş kabullenmekte ona kabul ettirmekte hiç değil.