Bir takipçi, Nesin Matematik Köyü’nün Facebook sayfasından soruyor: 6-7 yaş arası çocuklara hangi matematik kitabını önerirsiniz?
Cevap şöyle: “O yaştaki çocukları matematiğe boğanları Çocuk Esirgeme Kurumu’na şikayet ediyoruz! Çocuklar kitap okusunlar, oyun oynasınlar, müzikle ilgilensinler…”
Bu zamanda anne baba olmak çok zor diyoruz ya, aslında çocuk olmak daha zor. Çünkü çocuklar zamanının çoğunu kendilerine bir şeyler öğretmek için sürekli başlarına musallat olan yetişkinlerle geçirmek zorunda.
Mesela, muhtemelen zaten kısıtlı zamanlarda gittiği parkta bindiği salıncakta gönlünce rüzgarın ve sallanmanın tadını çıkaran bir çocuk, aniden bir yetişkinin (anne, baba, bakıcı vs.) öğretme sevdasıyla bu zevkinden mahrum kalabiliyor.
“Hadi bakalım her seferinde sayıyoruz, biir, ikiii, üüç…”
Ya da boş bir kağıda içinden ne geliyorsa çizen bir çocuğun amaçsızca boyaları keşfetme zevki, bir yetişkinin müdahalesiyle birdenbire araba nasıl çizilir dersine dönüşebiliyor. Aynı çocuklar muhtemelen günün diğer saatlerinde de gittikleri anaokullarında her dakikaları aktiviteye boğularak yine yetişkinlerin bir şeyler öğretme sevdasına maruz kalabiliyorlar. Bu yüzden ortalık 2-3 yaşında 10’a hatta 20’ye kadar hem Türkçe hem İngilizce, hem ileri hem de geri geri sayabilen, kendi yaşları için oldukça gereksiz bilgileri ezbere bilen, bilmem ne kadar arabanın markasını görür görmez söyleyebilen çocuklarla dolmaya başladı. Zamane çocukları ne kadar da zeki…
Öyle mi gerçekten?
Aileler çocuklarının bu kadar fazla bilgiye sahip olmasından gurur duyuyor olabilir ya da harika aktivitelerle çocuklarına muhteşem şeyler öğrettiklerini düşünebilirler ama maalesef uzmanlar pek aynı fikirde değiller. Günümüzde öğretme odaklı yapılandırılmış oyunların (yetişkin tarafından yönlendirilen, kurallı, hedefe yönelik) serbest oyunun yerini almasıyla ilgili ciddi endişeler var. Ufak yaşta bilgiyle doldurulan ve çok fazla yönlendirilen bu çocuklar, kendi kendilerine ya da diğer çocuklarla oyun kurmayı, hayal güçlerinin ve yaratıcılıklarının sonsuzluğunda uzun uzun zaman geçirmeyi, öğrenmenin en temel güdüsü olan merak etmeyi ve deneyerek keşfetmeyi kaybetmeye başlıyorlar. Ayrıca çocuklar yetişkinler tarafından yönlendirilerek oyun oynamaya o kadar alışıyor ki, günlük hayatlarında yapılandırılmış aktivite olmadığı zamanlarda çok çabuk sıkılır hale geliyorlar.
Serbest oyun deyince neden bahsediyoruz peki? Çocukların kendi merak ve keşif güdüleriyle başlattıkları ve yarattıkları dünyada, hiçbir müdahale olmaksızın istedikleri rollere büründükleri, bu rolleri istedikleri gibi değiştirdikleri, hiçbir kuralın olmadığı, nereye gideceğine ve nasıl bir şekle bürüneceğine sadece ve sadece çocukların karar verdiği oyunlardan bahsediyoruz. Yani dışarıdan bakan biz yetişkinlere pek bir şey ifade etmeyen, “N’apıyor bu deliler?” ya da “Çocuk işte” dedirten türden oyunlardan. Ve biz yetişkinlerin bir zamanlar doya doya oynadığı oyunlardan. Ayrıca nesillerdir insan gelişiminin doğal ve evrimsel parçası olan oyunlardan.
Oyun hakkında yapılan sayısız araştırmanın hiçbiri serbest oyunu sadece hareketli çocukların enerjilerini boşalttığı anlamsız bir aktivite olarak görmüyor. Çocuklar sanılanın aksine en çok oyun oynadıkları zaman öğreniyorlar. Çünkü beyni serbest oyun kadar harekete geçiren başka hiçbir şey yok. Serbest oyunun belirli kuralları takip etmeyi gerektirmemesi ve yaratıcılığı desteklemesi, beyin gelişimini yapılandırılmış oyunlara göre daha olumlu etkilemesini sağlıyor. Serbest oyun, sosyal adaptasyon, stresle baş etme ve problem çözme gibi bilişsel becerilerin oluşmasında da çok önemli bir rol oynuyor.
2005 yılında “Archives of Pediatrics and Adolescent Medicine” dergisinde yayınlanan bir makaleye göre çocukların serbest oyun oynama süresinin 1981 ve 1997 yılları arasında yüzde 25 oranında azaldığı ortaya çıkmış. Geçen yıllar içinde bu azalmanın çok daha dramatik oranlara ulaştığını tahmin etmek pek zor değil. Yeteri kadar serbest oyun oynamamanın çocuklar üzerindeki etkileri henüz tam olarak bilinmiyor. Çünkü serbest oyunun çocukluğun bir parçası olmaktan çıkması ve giderek çok daha fazla sayıda çocuğun serbest oyundan mahrum kalması tam da içinde yaşadığımız dönemlere denk geliyor. Amerikalı Psikiyatrist Stuart Brown (Ulusal Oyun Enstitüsü’nün kurucusu) uzun yıllardır yaptığı araştırmalar sonucunda hayal gücüne dayalı serbest oyundan uzak kalmanın, çocukların mutlu ve uyumlu yetişkinler olmalarını engellediği sonucuna ulaştığını açıkladı. Brown ve diğer psikologlar oyun süresinin kısıtlanmasının sonucunda kaygılı, mutsuz ve sosyal uyumu düşük yetişkinlerle dolu bir nesil oluşmasından endişe ediyor.
“Bırakın, Çocuklar Oynasın” kitabının yazarı Albert Vinzens ise çocukların mümkün olduğu kadar fazla oyun oynamaları gerektiğini, çünkü oyunun, çocukların kendi yeteneklerine güven duymalarına destek olduğunu söylüyor. Üstelik çocuk, gelişiminin hangi dönemindeyse, oyun tam da o dönemi destekliyor. Yani oyun çocuğu kitaptan değil, kendi özünden yola çıkarak geliştiriyor. Bundan daha muhteşem bir eğitim olabilir mi?
Vinzens şöyle devam ediyor:
“Çocuğun kendi ritmini bulması için oyuna ihtiyacı var. Bu yüzden günümüzde pek çok okul ve yuva eğitim programı için öngörülen, mümkün olan en kısa zamanda çocukların kafalarına mümkün olan en fazla bilgiyi tıkıştırmak gibi bir amaç aslında anlamsız ve boşunadır.”
İster çocuklarının iyi okullarda okuyarak akademik başarılar kazanması beklentisiyle kendini çocuk üzerinden gerçekleştirmek deyin, ister “çocuğum okusun, iyi iş bulsun” kaygısı deyin önce ebeveynler, sonra da anaokulları ve okullar serbest oyundan birer birer vazgeçti. Çocukların okul sonrasındaki serbest zamanları bile sanat, spor ya da ekstra eğitim aktiviteleriyle doldurulmaya başlandı. Durum o kadar vahim ki serbest oyunun coşkusu ve büyüsüyle yaratılan çocukluğun o muhteşem krallığının sonu mu geliyor diye düşünüyor insan.
Ve şu basit soruyu sormadan edemiyor: Bu çocuklar ne zaman oynayacak?