Ceylan altı yaşındaydı. Abisi, ablasından sonra evin en küçük çocuğuydu. Abisi satrançta Türkiye birincisiydi, ablasının da satranç turnuvalarından kazandığı bir sürü madalyası vardı. Yani anlayacağınız ev tam bir satranç kulübü gibiydi. Ceylan onlar maç yaparken ya da satranç soruları çözerken izler ve oyunu anlamaya çalışırdı ama çok karışık gelirdi kurallar. Abisi ve ablasının oynarken ne kadar zevk aldığını görüyor, bu karışık şeyi nasıl seviyorlar anlamıyorum diye düşünüyordu.

Bir gün abinin yanına giderek, “Abi, bu oyunu nasıl oynuyorsun, nasıl biliyorsun kuralları, çok karışık değil mi?” diye sordu.

Abisi gülümseyerek, “İlk bakışta karışık gibi duruyor ama kuralları yavaş yavaş öğrenince aslında çok zevkli ve güzel bir oyun olduğunu anlıyorsun.” diye yanıtladı kardeşini.

Ceylan, büyük bir hevesle, “Peki, o zaman bana da öğretir misin? Ben de satranç oynamak istiyorum.” deyince abisi Ceylan’ın yaşının küçük olduğunu ve bu aralar çok dersi olduğunu daha sonra öğretebileceğini söyledi. Ceylan üzülmüştü. Çünkü bu karmaşık oyunu bir an önce öğrenmek istiyordu. Bu sefer ablasından yardım istedi. Ablası da gülümseyerek, “Ben de ne zaman isteyeceksin satranç öğrenmeyi diye merak ediyordum. Tabii ki öğretirim,” dedi.

Ablasıyla derslere başladılar. Fil, kale, piyon, at… Hepsinin farklı yetenekleri var. Hepsi birbiriyle arkadaş ama hepsi de sanki kendi yeteneklerini sergilemek istiyorlar. En çok atın yeteneğini sevdi Ceylan, en çabuk da onu öğrendi.

Ceylan artık yedi yaşına girmişti ve turnuvalara katılabilecekti. İlk turnuvasında çok heyecanlıydı. Korkuyordu; ya ablası ya da abisi gibi başarılı olamazsa, ya ailesi onun akıllı olmadığını düşünürse?

Ablası Ceylan’a, bunun daha ilk turnuva olduğunu, sonuçların önemli olmadığını söyleyince rahatladı biraz ama gene de korkuyordu. İlk turnuvası çok başarılı geçmedi Ceylan’ın. 7 maçın 3’ünü kazandı sadece. Çok üzüldü hatta çok ağladı Ceylan. Abisine ve ablasına, “Olmuyor, ben sizin gibi değilim, ben sizin kadar akıllı değilim. Şimdi ya öğretmenlerim, ailem ve siz beni sevmezseniz. Oynamayacağım bir daha satranç!” diye haykırdı.

Abisi hemen kucağına aldı Ceylan’ı.

“Seni anlıyorum, benim de ilk turnuvalarım çok kötü geçiyordu. Hatta satranca başladığım ilk iki sene hiç madalya bile alamamıştım. Herkesin beni ayıplayacağını, hatta akılsız bulacağını düşünüyordum. Ben de tıpkı senin gibi satrancı hayatımdan çıkarmak istedim. O zaman babam beni karşısına aldı ve satranç oynamayı seviyorsan oyna, sevmiyorsan her an bırakabilirsin. Bizim senden madalya ya da başarı beklentimiz yok. Tabii ki senin başarıların bizi mutlu eder ama bizim için senin mutluluğun her şeyden önemli. Satranç oynarken mutsuzsan hemen bırakabilirsin. Ama mutluysan ve satranç oynamak istememenin sebebi sadece başkalarının ne düşüneceği ise sakın vazgeçme, dedi. Aynı şeyi ben de sana söylüyorum. Kendine sadece şunu sor; Satrancı seviyor muyum? Bunun cevabı evet ise devam et, hayırsa bırak kendini daha mutlu hissedeceğin bir şey yap.”

“Ama abi ben şu an satrancı sevip sevmediğimi bile bilmiyorum.” dedi Ceylan.

“Tamam o zaman, düşün, taşın karar ver. Sana bir hafta süre bu sürenin sonunda tekrar konuşalım.”

Abisi ünlü basketbolcu Michael Jordan’ın hikâyesini anlatan bir kitap verdi Ceylan’a. Kitapta basketbol öğretmeninin Michael Jordan’a senden basketçi olmaz dediği yazıyordu. Ama Michael vazgeçmemişti, çünkü seviyordu basketbol oynamayı. Michael Jordan’ın dünyadaki en iyi basketbolcu olduğunu öğrendi Ceylan ve bir şeyi seviyor ve istiyorsak başkalarını değil kendi kalbimizi dinlememiz gerektiğini de.

Bir hafta sonunda abisi, “Gel bakalım prenses, süren doldu. Var mı bir kararın?” diye sordu.

Ceylan gülümseyerek, “Evet abi, var. Ben satrancın hayatımda olmadığını düşününce kendimi kötü hissettim. Piyonları, kaleleri, filleri hatta şahı bile özlerim. Kaybedince üzüleceğimi biliyorum ama ben satrancı bırakmak istemiyorum.” dedi.

Ceylan, bırakmadı satrancı, çünkü seviyordu. Yaptığınız bir şeyi sevdiğiniz için ve istediğiniz için yaparsanız, aldığınız başarıdan çok yaptığınız iş sizi mutlu ederse, bu hayatta mutluyum diyebilirsiniz. Ceylan da çok mutluydu. Sadece satranç oynarken değil, çello çalarken, resim yaparken, kitap okurken, yani yaptığı her işi mutlulukla yapıyordu. Ceylan kazandığı paralarla köy çocukları için satranç kursları açtı ve kursların ismini de “SATRANCIM” koydu.