Yeni doğan interseks bebeklerin gerçek doğaları hakkında rutin olarak bilgi vermemek ve onları tertemiz dişi ve erkek kutular olarak kategorileştirmeyi üstlenmek birçok doktor için sıradan bir uygulamadır. Sarah Graham deneyimlerini aktarıyor…
Hepimizin duymaktan korktuğu cümleler vardır ve “Kansersin” cümlesi büyük ihtimalle bu listenin başında yer alır. Bunun söylenmesiyle birlikte çocuk sahibi olamayacağın da diğer cümledir. Sekiz yaşındayken jinekolog, ebeveynlerime bu yıkıcı haberi verdi: seyrek görülen bir genetik durumumun olduğunu ve eğer yumurtalıklarım alınmazsa ergenliğe girdiğimde kanser olacağımı ve öleceğimi söylemiş.
Yirmi yıl sonra doktorlarımın ve mütehassıslarımın bana ve ebeveynlerime yalan söylediğini ortaya çıkardım. Bu tek bir olay değil, tüm Büyük Britanya’da (1990’ların sonuna kadar) benimkine benzer durumları saklamak sıradan bir uygulamaydı. Gizlemenin boyutunu farkettiğimde yirmi beş yaşındaydım ve bana konulan tanının gerçekliğini – yıllarca arka arkaya söylenmiş bir sürü yalandan sonra ve destek olmadan- birdenbire öğrenmenin şoku neredeyse öldürüyordu beni. Elim ayağım boşandı.
Bedenimin karanlık sırrı, belirgin bir çelişkinin yaşayan cisimleşmiş hali olan XY (hem dişi hem eril) kadını olmamdı. Basitçe anlatmak gerekirse, dışarıdan dişi olarak görünüyorum ama eril kromozom yapısına sahibim ve içte de birkaç sürpriz var. İnterseksüelliğin birkaç olanaklı farklı çeşidi var. Her bin bebekten ikisinin “belirsiz cinsel organla” doğduğu ve nüfusun yaklaşık yüzde dördünün interseks durumla doğduğu tahmin ediliyor.
Biz çok geniş ama baskılanmış, görünmez bir azınlığız, modern batı kültürünün bedenlerimiz üzerinde kurduğu tahakküm ve bize dair korku, iğrenme ve cazibeyle karışık yaratılan mitolojik imaj nedeniyle, diğer binlercesi ve aileleri gibi yıllarca utandım ve sustum. Tahmin ediyorum ki interseksüellik hakkında fazla bir bilginiz yoktur. Bunun nedeni, yirminci yüzyıldaki tıp ve hukuk kuruluşlarının bizi toplumdan silmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmış olmasıdır. Doğanın çeşitliliğe duyduğu sevginin aksine – cinsellik gökkuşağıyla ve olası toplumsal cinsiyetlerle- erkek egemen uzmanlar herkesi iki kategoriye girmeye zorlamayı üstlendiler: erkek ve dişi. İki kutu. Başka bir şey kabul edilemezdi.
Klitorisi kesip çıkaran “vahşi” Afrika kabilelerini çok fazla duyduk, ama Avrupa ve Kuzey Amerika’da jinekologlar tarafından “daha normal” gözüksünler diye cinsel organları ameliyat edilen bebekler ve küçük çocuklar hakkında fazla bir şey yazılmadı. Bu operasyonlar çoklukla tamamen kozmetik nedenlerle yapılıyor ve sıklıkla yetişkin cinselliğine ve/veya doğurganlığına zarar veriyor.
Doktorların bir klitorisin ne kadar büyük olması gerektiği hakkında kuralları vardır ve bebeğin küçük bir penisi varsa cinsiyeti dişi olarak yeniden belirlenebilir çünkü vajina yapmak “kilitli dolap testi”ni geçen, çalışan falluslar yapmaktan daha kolaydır. İnterseks bebeklerin yüzde doksanı ameliyat masalarından kız bebek olarak çıkar. Tıptaki bu normalizasyon takıntısı ve insan hakkı ihlallerine karşı mücadele örgütlü bir grup interseksüel tarafından yıllar önce başlatıldı fakat ameliyatlar halâ yapılıyor.
Bir interseks bebek doğduğunda hangi cinsiyette yenden belirleneceğine karar vermek üzere “uzman” çağrılır ve genellikle ebeveynlere bu karara uymaları için baskı yapılır. Sonra da ebeveynlerden toplumun sabit sosyalizasyon süreciyle gizlice anlaşmaları (kız için pembe, oğlan için mavi) ve çocuklarına ne tür ameliyatlar geçirdikleri ve kim olduklarını söylememeleri beklenir. Ebeveynler interseks bir bebek yetiştirme olasılığıyla baş etmek ve çocuklarına sonraki hayatlarında hangi toplumsal cinsiyet(ler)de olmak istediğine karar verebilecek alan bırakmakla ilgili çok nadir destek alırlar.
Benim yolculuğum 1977’de başladı. Birkaç hafta karnımda ağrılar vardı ve çeşitli testlerden sonra dünyaca tanınan, seçkin bir jinekoloğa (Tanrıyı beyaz gömlekle hayal edin) beni görmesi için gönderildim. O ve bir ordu tıp öğrencisi tarafından muayene edildikten sonra odadaki herkese “özel bir küçük kız” olduğum ilan edildi. Bu, duyurudan da öte dua benzeri bir şeye dönüştü. Hala babamın sesindeki acıyı hatırlıyor ve annemi ağlarken görebiliyorum. Önceleri Londra’daki bir hastaneye “küçük bir operasyon” için gönderileceğime neden bu kadar çok üzüldüklerini anlamadım. Fakat sonrasında parçaları birleştirdim ve yumurtalık yoksa bebek de yok demekti ve yumurtalığın olmaması demek de on iki yaşından itibaren östrojen hormonu almam demekti.
Tanrıyı görmeye gittiğim düzenli seyahatlerimden birinde haberi patlattı; kısır olmamın yanı sıra regl olmaya da başlamayacaktım –“rahmin yok ve kasık kılların da olmayabilir.” Bu şok edici cümleler hayatın basit gerçeklerini anlatır gibi duygudan arınmış bir sesle verildi ve bunları akla uygun hale getirmek üzere yalnız bırakıldım. Ebeveynlerime söyleyemedim. Utancım çok büyüktü. On dört ya da on beş yaşlarımda her şey daha da kötüye gitti: jinekoloğum muayene etti ve vajinamın rahatça ilişkiye giremeyecek kadar küçük olabileceğini söyledi. Nasıl kullanacağım hakkında az bir bilgiyle NHS’nin (Ulusal Sağlık Hizmeti) (küçükten büyüğe) dildolarıyla eve yolladı. O kadar çok gerildim ki hepsini çöpe attım.
Toplumsal cinsiyet kimliğim olarak kız olmak bana pek uymadı. Çok küçük yaşlardan beri erkek gibi bir kızdım. Elbise giymeyi ve atkuyruklarını ret etmeme ve ağaçlara tırmanmayı sevmeme rağmen oğlanlarla ilgileniyordum. Yeniyetmeliğim ilerledikçe kadın olarak başarısızlığa uğradığımı hissediyordum. Çocuk sahibi olamamak özsaygımı zedeledi. Erkek arkadaşımın ona bir çocuk veremediğim için benimle birlikte olup olmayacağından çok endişeleniyordum.
Yılda iki kere farklı iki jinekoloğa kontrol için gidiyordum ve hiçbiri cesaret edip de gerçeği söylemedi. On yedi yaşımdayken bir kadına âşık olunca bayağı şaşırdım. Lezbiyen olarak açılmak çok mutlu olduğum bir deneyimdi. Goldsmiths Üniversitesi’nde okumak üzere Londra’ya taşındım ve OutRage! eşcinsel hakları grubuna katıldım. Charing Cross’un ortasında “Eşcinsel Hakları Şimdi!” pankartı altında Derek Jarman ile çok iyi arkadaş olduk. Derek ile olan arkadaşlığım cinsellik ve toplumsal cinsiyet hakkında daha çok düşündürttü ve kısa bir süre sonra heteroseksist kural ve sistemi reddetmek için “lezbiyen” etiketini “queer” lehine indirdim.
Derek Jarman keşke o yıl (1994) ölmeseydi çünkü bir yıl sonra başka bir jinekolog sonunda durumum hakkındaki gerçeği söyledi. Derek haberim karşısında titremeyecek biriydi. Olumlu yanları görmemi ve kafamı ele geçiren tetikçi grubuyla mücadele etmemi sağladı. Cinselliğin toplumsal olarak kurulduğunu bilebilecek durumda olmama rağmen hiçbir şey beni Androjene Duyarsızlık Sendromu (ADS) de denilen nadir genetik durumumun gerçekleriyle mücadele etmeye hazırlayamadı. Kromozom yapısı bakımından eril olduğum (XY, XX değil) ve aldıklarını söyledikleri “yumurtalıklarımın” aslında inmemiş “testisler” olduğunu söylemeleri tam bir şoktu (Hayır, gerçekten! Bugün iyi bir günde buna gülebiliyorum).
Bedenim 30000de 1 genetik şans ve neredeyse testosterona tamamen duyarsızım, dolayısıyla eril kromozomlara sahip olsam da eril hatlarım doğru dürüst gelişmedi (bütün fetüsler dişi olarak başlıyor ve annenin testosteronuna maruz kalırsa XY bebeğin eril hatlar geliştirmesini sağlar).
Birçok XY kadını mutlu heteroseksüeller olarak yaşıyor. Bana göre, biseksüelliğim ve iki cinsiyeti de kucaklamam (fiziksel olarak erilden çok dişil özelliklere sahip olmama karşın ben her ikisine de sahip olduğumu hissediyorum) beni ilginç bir deneyimi yaşamaya yöneltti. Çocukken olduğum ameliyatın gereksiz olduğu ortaya çıktı –bugün bazı genç XY kadınlar ve kız çocukları testislerine sahip çıkmayı seçiyor ve doğal olarak hormon üretebiliyorlar. (Çok düşük bir kanser riski var ama o da gözetim altında tutulabilir.) Endokrinoloğum Dr. Conway ve ben hormon değiştirme tedavimi sadece östrojen alımından hem östrojen hem de testosteron almaya çevirdik. Bana daha çok enerji ve seks güdüsü veriyor ve kendimi tam olarak canlı hissediyorum. Bunu yapan bir avuç kadın var ve ben denek olmaya gönüllüyüm ki bu biraz ürkütücü ama olaya bilimsel sorgulamaya açık bir tavırla yaklaşıyorum.
Testosterona “bağışıksız” biri olmama karşın bedenim ilginç olan bazı fiziksel değişimlerden (daha sert bir kas yapısı, daha fazla kasık tüyü, daha büyük klitoris) geçiyor. Duygusal olarak da değiştim. Eril enerjimin daha bir farkındayım ve (Brokeback Dağı’nın sonuna doğru küçük bir kız gibi hıçkırıklara boğulsam da) daha az ağlıyorum. İlginç bir şekilde dişiliğimle daha önce olmadığım kadar rahatım. “eril” hormona başlamış olmak (her iki cinsiyet (eril/dişi) de östrojen ve testosteron üretir) erkek cinselliğini daha iyi anlamamı sağladı. Yarattığı aciliyet bir baskı gibi hissedilebilir.
Kısırlığın dışında bana olan hiçbir şeyden pişmanlık duymadığımı açıkça söyleyebilirim; çünkü beni güçlü kıldı. “Kimim ben?” hakkında çok fazla içsel bir sorgulama yaparken eril/dişi güç mücadeleleri manzaralarıyla aydınlandım ve denge aradım. Hukuki sistemin ikili düşüncesine itiraz etmeyi ve kim olduğumun (interseks) tanınması hakkının yasada doğru dürüst onaylanmasını düzenlemeyi araştırıyorum. Kadın nişanlımla kilisede evlenme özgürlüğüne sahip olmayı çok istiyorum. Tanrı beni böyle yarattı.
İnterseksüellerin hakları kampanyası hepimizin yararına olacaktır. Neden geçen yüzyılın düşünce biçimi tarafından bu rahatsız edici kategorilere girmeye zorlanalım. Elbette hepimiz özgürce dolaşmaktan ve kutulanmamaktan faydalanacağız.