Proteinler, aminoasit adı verilen yirmi farklı yapı taşından oluşur ve DNA tarafından bütün canlılarda tamamen aynı sistemle kodlanır. Bunların on ikisi insanda ve hayvanda sentezlenebilir, ama sekizi bizde de, “hayvanda da” yapılamadığından “esansiyel” olarak adlandırılır. Yem endüstrisi bu yapılamayan sekizi “sentetik” kaynaklardan (bakteri kültür tankları) ya da GDO’dan temin eder. Bununla birlikte protein yapısına girmeyen başka aminoasit benzeri bileşikler de vardır, bunlardan en iyi bilinenlerinden biri taurindir.
Taurin normal koşullarda sülfür içeren diğer aminoasitlerden yapılabilir, ancak özellikle kediler ve bebekler bunu sentezleyemediği gıda ile mutlaka alınması gerekir. Büyümekte olan kedilerde taurin eksikliği körlüğe ve yanı sıra kalp yetersizliğine neden olur (kedilerin en önemli beslenme sorunudur).
Bebekler içinse anne sütü alıyor olmaları durumunda taurin eksikliği söz konusu olmaz. Ama işin doğasına baktığınızda, sütün taurin içeriği de emzirme sürecinde değişiklik gösterir. Başlangıçta çok zengindir, sonrasında giderek azalmaya başlar. Erişkinler ise taurini ya besinlerle alarak ya da sistein adlı esansiyel amino asitten sentezleyerek elde ederler. Hiç hayvansal ürün yemeyenlerde ciddi taurin eksikliği riski vardır.
Taurin bozulmuş pek çok işlevi düzeltir, ekmek arası kokoreç gibidir
Protein yapısına katılmayan bir aminoasitin neden bu kadar önemli olduğu çok iyi bilinmez ama, nerelerde işlev gördüğü daha iyi bilinmektedir (1). Taurinin en iyi bilinen işlevi safranın oluşumuna olan katkısıdır (adı boğa safrasında elde edilmesinden gelir). İdrara da belli bir miktarda salgılanır. Hücre içi sıvısının ve hücre zarının bütünlüğünün korunmasında rol oynar. Bugüne dek yapılan pek çok araştırma, taurinin vücudun bağışıklık yetersizliği de dahil pek çok işlev bozukluklarını giderebildiğini göstermiştir. Örneğin, yüksek miktarda früktozla beslendikleri için kolajen bozulması ortaya çıkan farelerde bu sorun taurin ile önlenebilmektedir.
Taurin verilmesi, yüksek tansiyonun normale inmesini, diyabetiklerde kan şekerinin düşürülmesini, karaciğer bozukluklarının önlenebilmesini sağlar. Kas ve sinir işlev sorunlarını düzeltir. Kilo fazlası olanlarda zayıflatıcı etkisi vardır. Vücut genelinde baktığınızda beyin, karaciğer, böbrekler ve bağırsakların taurinden özellikle zengin olduğu görülür, et, eksiği kapatacak kadar zengin bir kaynak değildir. Bu satırlarda değişen beslenme alışkanlıklarına sık sık değiniyorum, kolesterol histerisini bir tarafa bırakacak olursanız, ciğer, böbrek, kokoreç gibi sakatat yemenin önemi yeniden ortaya çıkmaktadır.
Beslenmede akıl tutulması vücut bozulmasıyla sonuçlanır
Sözün özü beslenme geleneğinin değiştirilmesi öngörülemez sonuçlara yol açabilir. Tıp, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında girdiği akıl tutulmasından henüz kurtulabilecek gibi görünmemektedir. Bu akıl tutulması biyolojik sistemlerin matematiksel mantıkla açıklanabileceği yanılsamasından köken alır. Oysa uyduyu yörüngeye yerleştirebilmeye olanak sağlayan matematik ve fiziğin, örneğin kolesterol yüksekliği ve kalp-damar hastalığı arasındaki biyolojik mantığı açıklamadaki yeri çok kısıtlıdır. Dahası histeri bulaşıcıdır, çıkış nedeni ne olursa olsun kolaylıkla kontrolden çıkar.
Kolesterolün yükselme mantığını algılayamayacak kadar körelmiş bilimsel zeka, meseleyi sakatata bağlayarak sonlandırmaya çalışırken, National Geographic belgesellerinde ceylanı avlayan aslanın önce nereyi yediğini algılamakta elbette zorlanır. Kolesterol akıl tutulmasının açık durumlarından biri olsa da, en baskın örnek “mikrop var” histerisidir. Bugünlerde “Kamu Spotu” biçiminde güğüm sütüne bile bulaşan “brusella histerisi”, aşırıya kaçan ve giderek yaygınlaşan sterilizasyon işleminin sonuçlarının ne boyutlara varabileceğini asla hesaba katamamaktadır.