Sporun faydalarını say say bitmez. Fiziksel gelişime, ruh sağlığına olumlu katkıları hepimizin malumu. Kuru kuru bu faydaları anlatıp didaktik bir şekilde kafa ütülemek yerine eski bir sporcu olarak kendi deneyimlerimi anlatayım, hem de spor sayesinde başlıkta bahsettiğim sağlam ebeveyn nasıl olunur bir fikir vermiş olayım.

8 yaşımdayken bir akşam lisanslı olarak yüzen abimin antrenörü aradı bizim evi. O esnada salonda “takılmakta” olan bendeniz kulak kabartıyorum annemin repliklerine;

“…Evet 8 yaşında oldu… Öyle mi? Tabii, ne güzel olur… Ne zaman getirelim?…”

Hemen kurulan kumpası anlıyorum ve gardımı alıyorum: “Ben yüzmeye gitmem! Gitmiycem işte!”

O zamanlar çocuklar istiyor/istemiyor diye her hafta aktivite değiştirilmezdi, herşey çocuğun onayına sunulmazdı. “Bu hafta bale, ay sevmedi çocuk, öbür hafta at binme, aman istemedi bu hafta basket, yok yok çok zorlandı yüzsün, ama üşütür hasta olur, en iyisi piyano” gibi bir zihniyet yoktu. İmkânlar ne ise o sunulurdu, çocuğun hevesi ve ailenin disiplinli yaklaşımı uyumlu bir birliktelik yaşarsa aktivite sürerdi.

O hesap, bana pek itiraz hakkı tanınmadan elimden tutuldu ve havuza götürüldüm. İyi ki de benim paşa keyfime bırakılmamış zira bizim yüzme hikâyesi lisanslı olarak yaklaşık 13 yıl sürdü, arada milli takım ile –hiç bir derece alınmasa da- uluslararası tecrübeler oldu, sonra bir ucu sutopuna uzadı vesaire.

Geriye dönüp baktığımda hâlâ en yakın arkadaşım olan bir grup insanla yaşadığımız zorlu ama dayanışma içinde geçmiş, müthiş anılarla dolu bir spor hayatı görüyorum.

Ama en önemlisi ne görmüyorum biliyor musunuz? Ergenlik bunalımı yaşamış bir kişi! Ne benim, ne abimin ne de takım arkadaşlarımın ciddi ergenlik sorunlarımız, ay bir türlü çıkılamayan depresif hallerimiz olmadı, olamadı. Neden mi? Çünkü hiç birimizin ergenlik bunalımına girecek ne vaktimiz ne mecalimiz yoktu. Bizim bunalım konuları farklıydı: Sabah 06:00 antremanı için 05:00 de kalkmak, karanlık sokaklarda ezan sesi eşliğinde havuza yollanmak, millet hafta sonu takıp takıştırıp Tunalı’da piyasa yaparken en sefil hallerimiz ile kara antremanından havuza koşturmak, Şubat tatilimizin olmaması ve bazılarımız için sürekli ikmale kalmak gibi (bu grubun başını çekiyorum!) farklı dertlerimiz vardı. Hal böyleyken ne depresyona girecek, ne emo olacak, ne de “siz beni anlamıyorsunuz zaten!” diye ana babaya çemkirecek halimiz oluyordu. Zaten bu zorlu şartlar yüzünden en sık görülen, kuralları koyan ve “kıl olunan” kişi de antrenör oluyordu ki, kendisine sıkıysa ana babaya çemkirdiğin gibi çemkir. Patlardı öfkemiz bir yerimizde, otururduk oturduğumuz yerde!

Sadede gelelim sevgili ebeveynler, daha “terıbıl tu” sendromu ile başa çıkamadığınız bebenizin bir de ileride ergenliği ile başa çıkmak fikri tüylerinizi diken diken ediyorsa size nacizâne önerim muhakkak kendisini spora teşvik etmeniz olacaktır. Belki yeterince büyüyüp kendi başına idare edecek kıvama gelene kadar getir-götür kısmı ebeveynleri zorlayabilir ancak suratınıza kapılar çarpan, kendini odalara kitleyen bir çocuk için üzülmenizden, “kimlerle takılıyor, hırlıya hırsıza bulaşmasa bari” diye yürek tüketerek pencere önlerinde beklemenizden iyidir. Bir de üstüne başarılı olup da günün birinde kürsüye çıkarsa tribünde gözlerinizden iki damla yaş süzülerek etraftakilere “Bakın benim oğlum/kızım!” diye gösterip gururlanırsınız, havanız olur! 🙂