Böbrekler insan vücudunun homeostatik mekanizmalarında temel rol oynar. Bu organlar (1) kanı filtre ederler (2) hücre dışı sıvıda bulunan hidrojen, sodyum, potasyum, fosfat ve diğer iyonların konsantrasyonlarını düzenler ve (3)metabolizmanın son ürünlerini idrar formunda dışarı atar. İdrar, böbrekler tarafından salgılanan, üreterlerden geçen, mesanede depolanan ve üretra yoluyla dışarı atılan bir sıvıdır. Sağlıklı bireylerde steril ve berraktır; amber renginde, hafif asit pH’sı ve karakteristik kokusu vardır.
Böbreğin işlevsel ünitesi Nefron dur. Her böbrek 400.000 – 800.000 arasında nefron içerir. Yetişkin bir kişide böbrekler kardiyak çıktının yaklaşık %24’ünü alır.
Glomerül filtrasyon hızı(GFR) kreatinin ve üre gibi maddelerin böbrek glomerüllerinden dakikada mililitre cinsinden filtre edilme hızıdır. Böbreğin işlevsel kapasitesinin en güvenilir ölçüsü olarak kabul edilir. Fizyolojik bir ölçüm olarak renal işlevin tamamının en duyarlı ve özgül değişim belirteci olduğu kanıtlanmıştır.
Proteinüri, idrarda bulunan protein miktarındaki artış olarak tanımlanır. Genel olarak albüminden (66,3 kD) daha büyük moleküler kütleye sahip olan proteinler sağlıklı glomerüller tarafından yüksek moleküler ağırlıklı moleküller olarak kabul edilir ve tamamen alıkonulurlar. Çalışmalar, birçok böbrek hastalığında böbrek yetmezliği gelişim oranıyla proteinüri arasında güçlü bir ilişkinin var olduğunu göstermektedir.
Böbrek yetmezliği, böbreklerin homeostatik düzenleme yetilerini kaybetmeleri sonucu ortaya çıkar. Nefronlar toksik, anoksik veya immunolojik yaralanmalar sonucu kaybedilirler. Böbreklerin yaralanmaya yanıt olarak işlevsel kapasitelerini belirgin şekilde arttırma yetileri vardır. Bu nedenle böbrek işlevsel kütlesindeki önemli miktarda ( %50-60 ) bir azalma herhangi bir belirgin biyokimyasal değişim ya da herhangi bir önemli belirti açığa çıkmadan gerçekleşebilir. İşlevsel değişimin en duyarlı ve özgül ölçümü GFR’dir.
Böbrek yetmezliği tipleri akut böbrek yetmezliği (ABY) ve kronik böbrek yetmezliği (KBY)’dir. ABY, sıklıkla iskemik veya nefrotoksik olaylar sonucunda, yaygın olarak hastane ortamında oluşan bir hastalıktır. ABY hızlı gelişir ve bu nedenle kontrol edilmesi zor olan hızlı bir sıvı, asit-baz ve elektrolit dengesizliği ortaya çıkar ve ölüm oranı yüksektir. ABY’nin değerlendirme ve izlenmesinde klinik laboratuvarın rolü elektrolit bozukluğu ve sıvı durumunun ölçümü ile sınırlıdır. KBY, işlevsel nefronların ilerleyici bir şekilde kaybıdır. Klinik laboratuvarın tanıda çok az bir rolü vardır.
Üremi veya azotemi kanda üre, kreatinin ve aminoasit ve protein metabolizmasının azotlu son ürünlerinin fazlalığı olarak tanımlanır. Üremik sendrom böbrek hastalığının klinik olarak son (ölümle sonuçlanan) aşamasıdır. Böbreklerin çeşitli işlevlerini (salgılama, düzenleyici ve endokrin) yeterli biçimde sürdürememesinden kaynaklanır. Hemodiyalizya da başarılı bir böbrek nakli yapılmazsa sendrom komaya dönüşür ve sonunda ölümle sonuçlanır. En karakteristik laboratuar bulguları, azalmış GFR ve azalmış tübüler işlevlere bağlı olarak plazmada azotlu bileşiklerin artmasıdır (örneğin, üre ve kreatinin).
Nefrotik sendrom ağır proteinüri, hipoalbüminemi, hiperkolesterolemi ve ileri ödem ile karakterizedir. Nefrolitiyazis tipik olarak böbrek taşları varlığıyla ortaya çıkan bir durumdur. Kalsiyum oksalat taşları belki de en sık karşılaşılan taşlardır. Taş oluşturan bireylerde çoğu zaman sürekli azalmış idrar hacmi dışında başka bir anormallik bulmak olanaksızdır.
Böbrek yetmezliğinin tedavisinde hemodiyaliz ve periton diyalizi kullanılır. Bunun yanı sıra, böbrek nakli de etkili bir tedavi yöntemi haline gelmiştir. Böbrek nakillerinde, ilk yıl ortalama yaşam oranı %80, dört yıl içinde %60 tır.
Hemodiyaliz, yarı geçirgen zar aracılığı ile belirli elementlerin kandan difüzyon hızlarının farklılığını kullanarak ayrılması işlemidir. Su ve küçük molekül ağırlıklı maddeler zarı geçerler, ancak büyük proteinler ve hücresel elemanlar damar içinde kalırlar.
Periton diyalizi, karın boşluğunu kaplayan ince bir doku olan periton içerisine bir tüp aracılığı ile özel bir çözelti verilmesidir. Atık ürünler tüp yoluyla uzaklaştırılır.
Kan ve idrarın niteliği,sadece nefronun fonksiyon bozukluklarını yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda çeşitli sistemik hastalıkların varlığını da yansıtır. Renal hastalığa sahip bireylerde böbreğin durumunun pratik değerlendirmesi:
1) protein olmayan azotlu bileşiklerin dolaşımdaki düzeylerini,
2) nefron işlevi açısından glomerüler filtrasyonun değerlendirilmesini,
3) belirli endojen ve eksojen bileşiklerin salgılanma kapasitelerini
4) idrarın yoğunlaştırılması yeteneği ile ilgili olarak böbreğin su ve elektrolitler için geri emilim kapasitesinin incelenmesini içerir.
Glomerül filtrasyon hızı (GFR), maddelerin, böbrek glomerülleri aracılığıyla dolaşımdan temizlendiği dakika başına mililitre cinsinden hızıdır. İşlev gören nefron sayısının bir göstergesidir. GFR’nin ölçümünde belirteç olarak kreatinin ve ürenin kullanılması enjeksiyon gerektirmediği ve sadece tek bir kan örneği yeterli olduğu için daha avantajlıdır.
Renal klirens, bir maddenin böbrekler tarafından belirli bir zamanda temizlendiği plazma miktarı olarak tanımlanır.
Böbrek işlev bozukluğu olduğu onaylanan veya olduğundan şüphelenilen bir hastanın değerlendirilmesindeki ilk basamak çoğunlukla idrarın incelenmesidir. Taze bir idrar örneğinin santrifüjünden sonra elde edilen çökeltinin mikroskobik incelenmesi, bazı hücrelerin (eritrosit , lökosit, böbrek ve üriner sistem hücreleri ), silendirlerin varlığını tespit ettirir. Eritrosit veya eritrosit silendirlerinde artış olması olası bir glomerül hastalığına; lökosit veya lökosit silendirlerinde artış olması ise tübüllerde lökosit varlığına işaret eder.
Üst üriner sistem enflamasyonu, polimorfonükleer lökositler ve çeşitli silendirlerin oluşumu ile sonuçlanırken, alt üriner sistemde enflamasyona bağlı silendirler oluşmaz. Akut glomerulonefriti olan hastalarda, hematüri sonucunda idrar renginde değişme olur ve çok miktarda eritrosit ve lökosit bulunur; hastalık süresi uzadıkça sediment miktarı azalır.