Çocuklar doymak bilmez tüketicilerdir, özellikle oyuncaklar konusunda onlarla yarışabilecek kimse yoktur. Çocukları oyuncaklardan mahrum bırakmak her ne kadar ceza niteliğine sahip görünse de Almanya’da sayıları giderek artan bir grup anaokulu bu uygulamayla dikkatleri çekiyor.

Yılın üç ayı boyunca, kendilerinden uzaklaştırılan oyuncakları, kalemleri, kağıtları, boyaları, kitapları ile çocuklara oynamaları için sadece masa, sandalye ve birkaç battaniye bırakılıyor. Böylece, çocuklara kendi oyunlarını icat edebilecekleri ve ne yapacaklarına karar verebilecekleri bir alan yaratılıyor.

“Der Spielzeug Freie Kindergarten”, yani oyuncaksız anaokulu olarak adlandırılan bu proje, çeşitli bağımlılıklardan muzdarip yetişkinler ile çalışan Rainer Strack ve Elke Schubert tarafından oluşturulmuş. Bağımlılık alışkanlıklarının erken çocukluk döneminde başladığını, çocukların oyuncaklara boğulmadan da yaratıcı ve mutlu bir şekilde oynayabileceklerini göstermek isteyen ikili, projeyi seneler önce Münih’teki Friedrich-Engels-Bogen Anaokulu’nda yürütmeye başlamış.

Anaokulunda çalışan öğretmen Gisela Marti projenin amacını şöyle açıklıyor:

“Bu üç ay içinde, çocuklara kendilerini tanımaları için yer ve zaman sunuyoruz, öğretmenlerin veya oyuncakların yönettiği bir varlık konumunda olmadıklarından, çocuklar kendi günlerini bireysel bir şekilde nasıl geçirecekleri konusunda yeni yollar aramak zorunda kalıyor.”

Amaç, çocukları kendine güvenen, bir çatışma ve hayal kırıklığı karşısında güçlü kalabilen, “evet” diyebildiği kadar “hayır” da diyebilen ve kendi zayıflıklarının ve güçlerinin farkında bir birey olabilmelerini sağlamak.

Çocukların bir programa dahil edilmeyen günleri kendi başlarına oluşturdukları aktivitelerle son buluyor. İstediklerini özgürce yapmaya teşvik edilen çocukların, bu süre içerisinde “cesaretleri ve hayal güçleri” gelişiyor.

Üç ay oyuncaksız geçirilen dönemde çekilen bir videoda, ilk gün çocukların çekinerek birbirlerine baktığı ve büyük, boş bir sınıfta endişeli göründükleri gözlemleniyor. “Çocuklar ne yapacağını bilmiyordu, sıkılsalar bile onları yalnız bıraktık, çünkü bazen hayatta her şey sıkıcıdır ve bununla baş etmeyi öğrenmek zorundasınızdır.” diyor Gudrun Huber.

İkinci gün, çocuklar sandalyeler ve battaniyeler ile oynarken görülüyor. Odanın etrafında koşturup, sohbet edip heyecanla gülmeye başlıyorlar. Gudrun Huber, ruh hâllerinin nasıl değiştiğini şöyle anlatıyor: “Çocuklar yapmayı sevdikleri şeyi yapabileceklerini fark ettiklerinde gerçekten deliriyorlar.”

Gisela Marti, “oyuncaksız zaman” boyunca en çok dikkat çeken şeyin gürültü olduğunu söylüyor. “İlk iki hafta hiç kolay değil – çocuklar masa ve sandalyeleri sürüklüyor ve koşup bağırıyorlar. Her gün eve baş ağrısı ile gidiyordum.”

Marti, çocukların yeni oyunlar icat ettiğini söylüyor: “Rol yapmayı ve bunu sahnelemeyi seviyorlar, fakat en önemlisi oyun oynuyorlar ve sosyalleşmeyi öğreniyorlar.”

Projenin bitiminden iki hafta önce, öğretmenler hangi oyuncağın onlara geri verilmesini istedikleri üzerine çocuklarla bir grup tartışması yapıyor.

Çocuklar oyuncaklarını geri aldıkları için mutlular, ama aynı zamanda onlar olmadan da eğlenebileceklerinin farkındalar.

Gudrun Huber’in sınıfındaki küçük bir çocuğun dediği gibi: “Oyuncağımın olmamasını seviyorum, böylece hayal gücümü kullanabiliyorum.”

Proje sonunda, Elke Schubert bu yöntemin kesin faydaları olduğunu belirtiyor: “Projedeki çocukların projeye katılmayan çocuklardan daha iyi odaklanabildiklerini, grup çalışmalarına daha çok entegre olabildiklerini ve daha iyi iletişim kurabildiklerini gördük.”

Gisela Marti, çocukların konsantrasyon becerilerinin, özellikle çizim ve boyama yaparken, son derece gelişmiş olduğunu söylüyor.

Veliler de “oyuncaksız geçirilen zaman”ın çocuklarını olumlu etkilediğini fark etmiş. Bazı ebeveynler anaokulunun bu projesini kendilerine örnek almış.

Bir baba şöyle diyor: “Klaus bütün oyuncaklarını etrafa dağıtırdı ve onlarla doğru düzgün oynamazdı. Oyuncakları kaldırdık. Şimdi sadece oynamak istediği bir oyuncak varsa onu çıkarıyoruz ve bu uygulamamızdan sonra Klaus’un daha az öfkeli olduğunu fark ettik.”

“En doğal ve kalıcı öğrenme, genellikle çocuk tarafından özgürce seçilen oyunlar yoluyla gerçekleşir. Öğretmenler çoğu zaman bu öğrenme gücünü hafife alır.” diyen Elsa Davies’e bir kez daha kulak veriyoruz: “Çocukları özgür bırakın!”

***

independent.co.uk & theguardian.com’dan Berfun Çağinli Türkçeleştirmiştir.