Ağır ahkâm kesen siyasî bir yazıyı yarılamışken, televizyonun öğlen bülteninde yeni bir kadın cinayeti haberiyle kendime geldim; yazdıklarımdan değil yazmadıklarımdan utandım. Hani vicdan yazıları olacaktı benimkiler, hani siyasetin gözlüğüyle değil yüreğin gözü, vicdanın sesiyle yazacaktım… Bilgisayar ekranındaki ruhsuz satırları sildim, öfkemi, isyanımı sizlere duyurmak istedim.
Dünya Kadına Karşı Şiddete Son günüydü. Günün anlam ve önemini vurgulamak istercesine o gün de hamile bir kadın namus uğruna öldürüldü. Medya; kadın cinayetleriyle, kadına karşı şiddetle ilgili istatistik yalanları tekrarlıyor (Bu konuda Hülya Gülbahar’ın T24’teki 25 Kasım tarihli yazısına bakabilirsiniz), ilgililer-yetkililer televizyonlarda, soruna nasıl çözüm bulunacağını tartışıyordu. Kadına yönelik şiddetin, ilkel vahşetin, ardı arası kesilmeyen kadın cinayetlerinin kaynağı sorgulanırken; sosyolojik, psikolojik, bilmem ne lojik nedenler sıralanırken, asıl suçlulara, azmettiricilere değinen yoktu.
Muhafazakârlığın temel taşı kadın tabusudur
Her türlü muhafazakârlığın temelinde, erkek iktidarının kadın tabusu, kadın korkusu, kadın aşağılaması vardır. Dinî veya din dışı her türlü otoriter- totaliter rejim, kadın ve cinsellik temelinde muhafazakârdır. Ancak, insanın en derin duygularına, inanç dünyasına hükmeden dinî muhafazakârlık, -söz konusu hangi din olursa olsun- muhafazakârlıkların en etkilisidir. Hıristiyan ortaçağında kadınlara yönelik kilise kaynaklı şiddeti, cadı avlarında diri diri yakılan kadınları hatırlayalım.
Bir inanç olduğu kadar -hatta daha fazla- bir yaşam ve hukuk kuralları bütünü olan İslâmiyet, 1400 yıl öncesinin toplumsal yaşam biçimini ve tasavvurunu korumaya yönelik muhafazakârlığını özellikle kadın üzerine temellendirir.
Muhafazakârlık, eril iktidarın toplumu avcunun içinde tutmak, kitlelere hükmetmek için kullandığı etkili bir silahtır. Bir yanı din’e bir yanı geleneğe yaslandığı için, erkeği kadınıyla bütün toplumu sarar. Uğruna kadınların öldürüldüğü, erkeğin kanlı bıçağını “namusumu temizledim” diyerek iftiharla sergilediği yerlere göklere sığdırılmayan namus kavramı, kadın sorununa değgin yönüyle; nesne, mal, kuluçka makinesi haline getirilmiş kadını ezmenin topluma kabul ettirilmesi ve meşrulaştırılmasıdır. Kadın eşit birey değil erkeğin namusudur. Böylece namus kadın bedeniyle, kadın cinselliği ile özdeşleştirilir.
Neyi muhafaza ettiğinizi sanıyorsunuz beyler!
Günde beş on kadının töre/namus cinayetlerinde öldürüldüğü ve bu cinayetlerin pek azının kayda geçtiği ülkemizde muhafazakârlık yaftası altında korunup muhafaza edilmeye çalışılan; olsa olsa cinayet işleyen, kadına şiddet uygulayan, kadını aşağılayan erkeğin egemenliğidir. Muhafazakârlık yaftasını övünçle taşıyan AKP iktidarının, fabrika ayarlarındaki kadın tabusu ve kadının erkek iktidarını sorgulayacağı korkusundan başka neyi muhafaza ettiğini sorarım size. Kadın bedeni ve özel yaşama müdahale üzerinden siyaset yapan; kendi kadın fobilerini, ilkel cinsel tabularını, yetiştikleri ortamların küflenmiş, daracık erkek egemen ahlâk anlayışını 21. yüzyıl Türkiyesi’ne deli gömleği gibi giydirmeye çalışan bu zevatın son zamanlardaki kararlarına, uygulamalarına bakın bir. Şu utanç verici “kızlı-erkekli” tartışmalarını, meşru-gayrımeşru yaşam muhabbetini, okullarda kızlarla erkeklerin yemekhanelerinden merdivenlere yaşam mekânlarının ayrılmasını, kızlı erkekli eğitimin tartışmaya açılmasını, benzer onlarca gelişmeyi hatırlayın. Başbakan’ın şu kadar çocuk, bu kadar çocuk talimatlarını, kadının kendi bedenine sahip çıkma özgürlüğüne müdahaleleri hatırlayın. Bu arada Gezi direnişini hatırlayın: Gezi’de bunların gözünü asıl korkutan “marjinal” dedikleri gruplar, Ergenekonculukla yaftaladıkları siyasal kesimler falan değildi; kendi yaptırdıkları araştırmalarda bile ayan beyan olan, Gezi’dekilerin yüzde 50’sinin genç kızlar, kadınlar olmasıydı. Bu yönüyle Gezi; kadınların “Ben varım, eşitim, özgürüm; yaşam biçimime müdahale ettirmem” direnişiydi. “Tayyip bir düşün! Bizim gibi üç tane ister miydin?” pankartında ironik ifadesini bulan bir duruştu ve tabii çok tehlikeliydi. Asıl bundan korktular, Kendilerinin saydıkları yüzde 50’lik “millî irade”ye mensup gençlerin “kızlı erkekli”liğinden korktular ve “dindar muhafazakâr nesil yetiştirme” planlarına Gezi’den sonra hız verdiler.
Kadına şiddeti meşru gösterenler suça ortaktır
Bu ülkenin başbakanı, açık açık “kadın eşit değildir” diyor. Devletin resmî televizyon kanallarında, Müslüman muhafazakârların yandaş medyasında, Hoca Hoca diye yere göğe konulmayan bir takım adamlar, din bilgini, din uleması prof’lar, siyasiler, sürekli kadınları aşağılıyor. Biri, hamile kadının estetik olmadığını, sokağa çıkmaması gerektiğini, namuslu kadının böyle davranmayacağını, kadına “eşim” denemeyeceğini çünkü eşit olmadığını yumurtlarken bir başkası tecavüze uğrayan kadının “kuyruk sallamış” olabileceğinden, açık saçık giyinenin başına böyle şeyler gelebileceğinden, erkeğin tahrik olacağından söz ediyor. En yüksek karar organı Yargıtay Ceza Daireleri Kurulu, gencecik kızını öldüren baba ve ona yardımcı olan aile efradına yerel mahkemenin verdiği ağırlaştırılmış müebbed hapis cezasını “Bu töre cinayeti değil, namus cinayeti” diyerek, ağır tahrik nedeniyle en fazla 18 yıla indiriyor, hafifletiyor.
Ne biçim adamlarsınız sizler böyle! Mendil görseniz tahrik oluyorsunuz, kadını sadece cinsel obje olarak algılıyorsunuz. Kendi nefsinize hakim olacağınıza kadını cezalandırmaya, kadını görünmez kılmaya, olmadı öldürmeye yelteniyorsunuz! Sizler bu sözleri söylerken, bu kararları alırken, toplumu kendi modelinizde biçimlendirmek için adımlar atarken; sözlerinizden, kararlarınızdan, yasalarınızdan cesaret alan bir takım ilkel yaratıklar sizlerden aldıkları güçle kadına şiddet uyguluyor, öldürüyor, aşağılıyor.
Sadece kendi değerlerinizi değil, kadın-erkek herkesin hak ve özgürlüklerini, herkesin inancını, cinsî yönelimini, eşit yurttaş, eşit insan kimliğini koruyan yasalar olsaydı bu ülkede ve bu yasalar hakkiyle uygulansaydı, siyasetçisiyle, ulemasıyla hepiniz ceza alır mahkûm olurdunuz. Önünüze tuttuğunuz genel ahlâk ve namus paravanının ardında erkek iktidarının özel ahlâksızlığı saklanıyor.
Kadına şiddeti, kadın cinayetlerini mi konuşuyoruz, suçlu mu arıyoruz? Hiç uzakta aramayın, aynaya bakın beyler. Azmettiriciler sizlersiniz: Kadınla erkeğin hayatın her alanında eşitliğini ve birlikteliğini kabullenemeyen, bu eşitlikten ve birliktelikten korkan, bunu da dindarlık, muhafazakârlık ya da namus diye pazarlayan sizler…
Her gün daha fazla kadın bu gerçeğin farkına varıyor. Köylüsüyle kentlisiyle, Kürdüyle Türküyle, Alevisi Sünnisiyle, aşiret kızıyla şehir çocuğuyla, zenginiyle fakiriyle her kesimden kadınlar kendilerini ezen erkek baskısına baş kaldırıyor. Şiddetin, cinayetlerin çoğalmasının da, muhafazakâr ulemanın fetvalarının artmasının da nedeni bu zaten.
Benden haber vermesi: Eksik eteklerin, kan ayaklıların, saçı uzun aklı kısaların isyanı tekin değildir; hele de örtülüsü örtüsüzü, inançlısı inançsızı kendi çemberlerini aşıp eşitlik, özgürlük, haysiyet mücadelesinde buluştukları zaman.
Bu yazı T24‘te yayımlanmışır.