İtiraf etmeliyim ki adı dalgınlık mı, safsaklık mı bilmiyorum. Bugüne kadar onlarca şeyimi kaybettim. Kimisinin arkasından günlerce öfledim pöfledim, kimisini neyse ki n’apalım diye geçiştirdim. Ne kimlikler, akbiller, kitaplar geldi geçti de hiçbiri mor hırkam kadar üzmedi beni. Hem çok severdim, hani üzerinizden çıkarmadığınız şeyler vardır ya, öyleydi… Hem de iki dakika öncesine kadar çantama asılı olduğuna emindim, düşürsem bile arkamda olmalıydı. Ama yoktu. Yıllardır her İtü Şenliği çağrısı duyduğumda hala aklıma ilk önce hırkam gelir. Yıllar sonra bir köşeden çıkıp bulunacakmış gibi hissederim.
Kayıp Şey ile tanıştığımdan beri biraz daha umutluyum. Shaun Tan imzalı bu kitap, bu çizgi roman, bu sanat eseri ne derseniz diyin bana iyi geldi. Shaun Tan benim Kızıl Ağaç‘la tanıdığım, olağanüstü bir adam. Türkiye’de yayımlanan ilk kitabı Kızıl Ağaç ile 2011 yılında İsveç’in ünlü çocuk kitapları yazarı Astrid Lindgren anısına her yıl verilen ve çocuk edebiyatı alanında en büyük ödül olarak kabul edilen Alma ödülünü kazandı. Kendi çizim ve yazılarından oluşan yaklaşık 20 çocuk kitabı bulunan Shaun Tan’ın The Lost Thing adıyla sinemaya uyarlanan filmi, 2011 yılında en iyi kısa animasyon Oscar’ı kazandı. İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Kayıp Şey daha kapağıyla okuyucuyu tavlıyor desem yeridir.
Çizimleri de kendisi yapan Shaun Tan bu konuda oldukça başarılı. Arka kapaktaki “kenar mahalleden selamlar” başlıklı kartpostal, federal sansür bakanlığı mühürü ve gazete ilanları ayrı bir yazı konusu bile olabilir.
İlgilenecek daha önemli şeyleri olanlar için diye başlayan hikâyemiz, isimsiz bir çocuğun (ki arka kapaktaki kartpostala dayanarak kendini arayan bu çocuğun Shaun olduğunu söyleyebilirim) yıllar önce bir yaz tatilinde sahil kenarında Kayıp Şey’i bulma öyküsüyle başlıyor. Başlangıçta ne olduğunu anlamadan yanına giden çocuk, Kayıp Şey ile vakit geçirdikçe kimsenin onu almaya gelmediğini ve gerçekten kayıp olduğunu anlar. Bir süre sorup soruşturduktan sonra onu en yakın arkadaşı Pete’nin evine götürür. Görünüşü hayli garip ve kasvetli bu şey için Pete “Bazı şeyler herhangi bir yerden gelmez, birine ait değil sadece kayıptırlar işte…” deyince onu sokağa terk etmekten korkan çocuk için tek çare şeyi eve götürmek olur.
Ailesi başlangıçta farketmese de sonraları kayıp şeyi evde istemez. Onu bir süre garajda saklayan çocuk, bunun iyi bir çözüm olmadığını bilir. Kara kara düşünürken Federal Ivır Zıvır Bakanlığı’nın ilanını görür. Kayıp Şeyler için onları gözden uzak tutacak deliklerin mevcut olduğunu duyunca şeyi yanına alıp yollara düşer. Penceresiz, gri, yüksek binaya geldiklerinde kederli sesler çıkaran şeyi duymadan edemez. O sırada üzerinde işaret olan bir kartvizit uzatan biri kısık sesle ” Burası unutmak ve terk etmek içindir, şeye değer veriyorsan bunu yapmamalısın” der. Kartviziti bir işaret olarak gören çocuk yine yola koyulur. Kolay değildir bu. Sonunda aramadığınız sürece asla bulamayacağınız bir sokakta büyük bir kapı bulurlar. Kapı açıldığında oraya ait olmayan ama halinden memnun görünen birbirine benzemeyen onlarca şey görürler. Mutlu gözüktükleri için çocuk, şey ile vedalaşır ve gazoz koleksiyonunu düzenlemek için eve döner. Ara sıra etrafta oraya ait olmayan bir şey gördüğünde şeyi hatırlayan çocuk sanırım giderek her şeyin tek tipleştiği, kalabalıklaştığı, bakmaya korkar olduğumuz bir dünyada artık kayıp şeyleri görememekten yana dertli şu sıralar.
Oldukça duygusal bir hikâye, Kayıp Şey. Felsefenin temel sorularından ben kimim ve ait olduğum yer neresi sorusundan yola çıkan Kayıp Şey, kaybettiklerimizin sadece elle tutulur, gözle görülür şeyler olmadığını anımsatıyor isimsiz çocuğun verdiği emekle. Ailesinin görmediği, en yakın arkadaşına derdini anlatamayan kendi halinde isimsiz bir çocuğun hayata tutunma rehberi bu yolculuktan geçiyor.
Bu arada kitabın sayfalarından poster yapmak istediğim doğrudur.
Kayıp Şey
Shaun Tan
Çeviren: Sinan Okan
İthaki Yayınları, Aralık 2012, 32 sayfa (7+ yaş)