Woody Allen üzerinden sürmekte olan ateşli tartışmada sanki insanların üzerinde anlaşabildiği tek bir şey var:
Kamuoyu hiçbir zaman 1992 yılında, sözü geçen o gün tam olarak ne olduğundan bilemeyecek. Oysa Dylan Farrow babasının onu tavan arasında bir odaya götürdüğünü ve cinsel tacizde bulunduğunu söylemekte. Allen masum olduğu konusunda ısrarlı.
Geçen hafta sonu kendisini The Daily Beast’te savunan dostu, belgeselci Robert B. Weide dahil, destekçileri kanıtlar gözden geçirildiğinde, bu yanlış anıları Farrow’un aklına annesinin yerleştirdiği sonucuna ulaşılabileceğini iddia ediyorlar.
Bu arada Jezebel, Salon ve The New Republic gibi yayınlar, okuyucularına gerçeğin bilinemeyeceğini hatırlatarak, daha dengeli bir bakış açısını korumaya çalışıyorlar.
Ancak çocuklara yönelik cinsel taciz konusunun özünde bir dengesizlik bulunmakta. Gerçeği “bilinmez” kılan bu gizlilik, aslında suç aletlerinden biri. Şahitlerin veya güvenilir yasal kanıtların yokluğunda, “o bunu dedi/bu şunu dedi” muammaları baskın çıkıyor. Tacizci bunu biliyor ve bunu kendi yararı için kullanıyor.
Çocuklar, suçlamada bulundukları anda kendilerini yetişkinlere ait kavramlarla -tam olarak anlayamadıkları fikirlerle- dolu bir dünyanın içinde buluyorlar. Sadece hikâyelerini anlatabilmeleri için bile yeni bir dil öğrenmeleri, muğlak, tanımsız duyguları bilmedikleri kelimelerle ifade etmeleri gerekiyor. Tüm bu dramın erişkinlere ait bir bağlamda gerçekleşmesi, erişkinlerin her zaman avantajlı durumda oldukları anlamına geliyor. Tarafsızlık şansı asla yok.
Bunu kişisel deneyimimden dolayı biliyorum. 8 yaşındayken, bize çocuk bakıcılığı yaptığı sırada benden çok daha büyük kuzenim tarafından taciz edildim. Beni ve 5 yaşındaki kız kardeşime sataşmakla saatler harcadı, istediği gibi davranmazsak pantolonunun fermuarını indirmekle tehdit etti. Daha sonra kardeşim televizyon seyrederken, beni banyoya götürdü. Kapının benim boyumun çok yukarısında kalan sürgüsünü kapadı ve söylediği şeyleri yapmadığımda benimle alay etti. Ben de yaptım. Uyku saati gelene kadar beni banyoda, kendisiyle birlikte kilitli halde tuttu.
Fakat bu dünyada orada neler olduğunu kesin olarak bilebilecek insanlar sadece ben ve o. Bunun tek bir kelimesini bile kanıtlayamam ve kuzenim asla bir ceza almadı. Annemle babam durumu ciddiye aldıkları için müteşekkirim ve onu o zamandan beri görmedim. Tıpkı Woody Allen gibi, o da hayatına devam etti. Bir evi, karısı ve çocuğu var.
Birçok yazarın bize hatırlattığı gibi, Allen, mahkȗm edilmiş bir suçlu değil. Nicholas Kristof bile Farrow’un 1 Şubat tarihli mektubunu sunarken bunun altını çizdi:
“Woody Allen’ın bu davadan asla yargılanmadığının ve sürekli olarak suçlamaları inkâr ettiğini belirtmek önemli; masumiyet karinesinden yararlanmaya hakkı var.”
Ve Allen’in savunucuları da kamuoyuna Yale Üniversitesi’nden bir tıbbi ekip tarafından yapılan bağımsız araştırmada suçlamaların doğru olduğu sonucuna varılması için bir neden bulamadıklarını hatırlatmaya devam etmekteler. Bunun da ötesinde, Dylan’ın hikâyelerinin tutarsız ve prova edilmiş olduğu yolundaki ısrar da sürüyor.
Sorun şu ki, eğer genç mağdurlar tutarsız veya prova edilmiş konuşmaları nedeniyle reddediliyorlarsa, o zaman tüm bu oyun en başından hileli demektir.
Farrow annesine Allen’in yaptıklarını ilk anlattığında, “bunun yaratacağı ateş fırtınasını bilmediğini” söylüyor. Benim de deneyimim aynıydı. Aslında hikâyeyi açığa çıkaran -annemle babama kuzenimin fermuarını indirmekle tehdit ettiğini hiç duyup duymadıklarını soran- küçük kızkardeşim oldu. Ben küçük bir çocuk gibi davrandığı için ona kızgındım. Sessiz kalmanın bir yetişkin gibi davranmak olduğuna inanıyordum. Kuzenimin havalı ergen ayrıcalığına inanmıştım. Olanların yanlış olduğunu hissetmeme rağmen, sorunun bende olduğunu varsayıyordum.
Alarma geçen annemle babam beni oturtup olan biten her şey detaylarıyla dökmeye, bir zaman akışı çıkartmaya çalıştıklarında ve belirli eylemler ile beden bölümlerine yoğunlaştıklarında büründükleri ciddiyet beni ürküttü. Konuşulanlar o kadar önemliydi ki kardeşimin konuyu gündeme getirdiği yerden kımıldamadık: Merdivenler.
Bu kadar tuhaf bir baskı altındayken -gerçeklerin öğrenilmesinin aniden bir koltuğa geçmenize bile müsaade etmeyecek kadar aciliyet arz ettiği bir anda- olup biteni doğru bir şekilde anlatabilmek zor. “Söylemsel tutarsızlığın” tohumları tam o anda, siz daha hikâyenin neden önemli olduğunu bile anlamadan atılıyor.
Çocuklara yönelik cinsel istismar davalarında kanıt toplama sürecinin bu kadar kirli bir oyun olmasının nedeni bu. Ebeveynlerim olaydan birkaç gün sonra polise şikâyette bulundular ve bir devlet savcısı tarafından sorgulandım. Bir sabah okuluma geldi ve o an bile beni sahteliği ile çarpan, uydurulmuş bir nedenle sınıftan çıkarttı. Onunla uzun süre birlikte oturduğumu hatırlıyorum. Konuşmayı soruşturmaya doğru yönlendirirken, mahrem bölgelerime ilişkin tıbbi terimleri bilip bilmediğini sormaya başladı. Dikkatli bir şekilde yanlış cevap diye bir şey olmadığını ve başımın dertte olmadığını açıkladı. Fakat, ben cevaplarımı bunların takibini saptıracak şekilde ifade ettim. Sınıfımda bunu yapmak zorunda olan tek kişinin ben olduğumun farkındaydım ve kaçırmakta olduğum oyun muhtemelen bundan çok daha eğlenceliydi. Soruşturmacılar ve ebeveynlerim ile konuştuktan sonra, eminim benim hikâyem de kulağa Dylan Farrow’unki kadar prova edilmiş gelmeye başlamıştır.
Hikâye benimdi, ama kelimeler benim için yeniydi. Yetişkinlerin benim hikâyemi anlama şekli üzerine kurulu bir bağlamı ve sözcükleri içselleştirmek zorundaydım. Hangi detayların daha önemli olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Kısacası, çok çok kısa bir sürede ürkütücü bir başlık hakkındaki çok yoğun bir kurstan geçmeye zorlanmıştım. Eğer Dylan Farrow’un deneyimi de böyleyse -eğer onun annesi de ona tüm bunların ne anlama geldiğini ve neden önemli olduğunu öğretmek zorunda kaldıysa- o zaman bu “koçluk yapmaktan” farklı bir şeydir.
Annemle babam yasal suç duyurusu için adım atmayarak bana daha fazla işkence etmemeyi tercih ettiler ve zaten muhtemelen asla bir dava da açamayacaktık. Ancak 19 yıl sonra, bildiğim iki şey var: Bütün bunların gerçekten yaşanmış olduğunu ve karmaşık bir hikâyeyi uydurmuş kafası karışık bir çocuk olmadığımı kanıtlamak için yapabileceğim hiçbir şey olmadığını kesinlikle biliyorum.
Dylan Farrow’a inanmaya eğilimli olduğumu hissedebilirsiniz. Haklısınız. Mektubu -klinik geçiştirmelerin sözünü kesmesi eşliğinde hikâyesini görev bilinciyle anlatmasına kadar- o kadar çarpıcı bir biçimde tanıdık ki ona inanmamam çok zor. Ama ayrıca biliyorum ki eğer Woody Allen yargılansaydı ve ben de jüride olsaydım, onun suçsuz olduğu kararını verebilirdim. Muhtemelen diğer jüri üyeleri de onu suçsuz bulurdu. Suç ve ceza yetişkinlere ait oyunlardır ve yetişkinlerin kurallarına göre oynanmaları gerekir.
Fakat bu olayda gerçekte ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyecek olduğumuz gerçeği beni tarafsız hissettirmiyor. Aksine öfkelendiriyor.
Tüm yasal paradigma yetişkinleri kayırmakta.
Woody Allen, Dylan Farrow’u taciz etmiş olsa da olmasa da sayısız çocuk cinsel istismara uğramakta. Ve bu olayların çok büyük bir bölümünde tacizden sorunlu yetişkinler asla bir mahkeme veya yasa tarafından suçlu bulunamıyor. Destedeki kâğıtlar en baştan kurbanların aleyhine sıralanmış. Ve bu elbette, tam da istismarcıların öncelikli olarak bel bağlayabilecekleri bir şey.
theatlantic.com‘da yayımlanan bu yazıyı Hale Akay Türkçeleştirmiştir.