Narsisist ebeveynlerin en iyi resmedildikleri filmlerden biri “The Joy Luck Club”, Amy Tan’ın aynı adlı romanından uyarlanmıştı. Filmde, bir kadın flash back’le ve kendi sesiyle satranç şampiyonu bir çocuk olarak yaşadıklarını anlatıyordu. Bu erken zaferi anlatırken kadın, “O yaşta bile, muhteşem bir yeteneğe sahip olduğumu biliyordum: bu güç, bu kendine iman… Hayatımın bugüne kadar ki en önemli parçası oldu… Kendime bütünüyle güvendim.”
Sonraki sahnede genç bir kız annesiyle mahallede dolaşırken gösterilir. Annenin elindeki Life Magazine’in kapağında kızın fotoğrafı görülür. Sokaktaki herkese selam verir, derginin kapağındaki satranç şampiyonu kızının fotoğrafını gösterir. Böylece kızının yeteneğini kutlamaktadır adeta. Annesinin narsisist davranışıyla aşağılanan küçük kız, “Neden beni gösteri yapmak için kullanıyorsun? Eğer gösteri yapmak istiyorsan, satranç öğrenmeyi öğren” diye çıkışır annesine.
Bu davranışa çeşitli şekillerde hepimiz maruz kalmışızdır. Narsisist bir ebeveynin davranışlarının sonuçları ise çok sonraları görünür olmaya başlar. Mesela sözünü ettiğim filmdeki kız, satranç oynamaktan vazgeçer. Annesinin cevabı suskunluk olacaktır. Haftalar sonra genç kız annesinin onayını yeniden kazanmak için satranç oynamaya başlayacağını söyler. Annesi ona bir kez bile bakmadan, bu defa işlerin o kadar da kolay olmayacağını söyler. Yapmak istediği şey, kızın özgüvenini kırmaktır. Tam da onun dediği gibi olur, kız bir daha oyun kazanamaz. Filmdeki ses hikayeyi şöyle tamamlar: “Sahip olduğum bu güç, kendime iman… Nasıl da kaybolduklarını hisediyordum. Bir kez tanık olduğum bütün o sırlar… Bir daha hiçbirini göremedim. Görebildiğim tek şey hatalarım ve zayıflıklarımdı.”
Narsisist ebeveynlerin yarattıkları problem işte bu. Her ne kadar çocuklarına odaklanmış gibi görünseler de, aslında kendilerinin ne kadar iyi ebeveyn olduğunu göstermeye çalışırlar sadece. Kız, annesinin egosu tarafından ezildiğinde, anne kızın yeteneğini görmezden gelecektir artık. Kızını desteklemez, çünkü derdi kızının kendisini iyi hissetmesi, özgüvenli olması değildir onu desteklerken. Kızını destekler, çünkü onun zaferini sahiplenir. Bütün o başarıların sahibi aslında kendisidir ona sorarsanız.
Narsisist ebeveyn için çocuğu bir takıntı gibidir. Çocuğun görevi ebeveynin duygusal ihtiyaçlarını gidermektir. Çocuklarını başarılı olmaları için destekler, yeteneklerini sergilemeleri için yüreklendirirler. Mazeret de hazırdır. Çocuklarını sevdiklerini ve onlar için iyi bir gelecek istediklerini söylerler. Aslında genellikle aksi doğrudur. Narsisist ebeveyn, çocuklarına büyük bir duygusal açlıkla saldırır ve onun şimdiki zamanına da geleceğine de el koyar.
Sık sık çocuklarımızı, kendi ulaşamadığımız hedeflere ulaşmak ve aşamadığımız sınırları aşmak için kullanırız. Hayatlarımız bizi tatmin etmediğinde, çocuklarımızla özdeşleşiriz. “Egosuz” olmak adına, bencilce rüyalarımızı gerçekleştirmelerini bekleriz onlardan.
Narsisist bir ebeveyn yalnızca katı ve talep edici olmakla kalmaz. Kimi zaman çocuklarını aşırı ödüllendirir, şımartırlar. Onlar için yaptıkları her şeyi sanki kendileri için yapıyor gibidirler. Böylece çocuklarının kendi hayatları üzerinde söz sahibi, özgüvenli erişkinler olacağını söylerler. Ama ne yazık ki, ortaya çıkan manzara tam tersi istikamettedir. Çocuklarımızı aslında sahip olmadıkları yetenekler için ödüllendirdiğimizde ya da yeteneklerini abarttığımızda, onların önüne kocaman bir engel koymuş oluruz. Onlara “en iyi” olduklarını söylerken aslında büyük bir tuzağa iteleriz. Genellikle birilerini, öncelikle ebeveynlerini hayal kırıklığına uğratma korkusuyla büyürler. Omuzlarına öyle büyük bir yük yükleriz ki, gerçek potansiyellerini keşfetmeye halleri kalmaz.
Bu çocukların sahip oldukları boşluk hissi kendine dönük eleştirel bir ses olarak görünürleşir bazen. Neye el atsalar beceremeyeceklerini, hiçbir şeyin üstesinden gelemeyeceklerini söylerler. Çünkü aslında hiçbir başarıları gerçeği yansıtmamaktadır. Sürekli ne denli yetersiz olduklarına inandırırlar kendilerini.
Çoğu zaman bütünüyle bilinçsiz de olsa, büyürken ebeveynlerimizin ürettikleri kimi paternleri takip ederiz hayatımız boyunca. Bu zinciri kırabildiğimiz zaman büyümüş ve bağımsız birer birey olmuş oluruz. Çocuklarımızı sahip oldukları gerçek potansiyellerle sevmemiz için hiçbir engel yoktur aslında. Örneğin, “Muhteşem bir ressamsın, tanıdığım en iyi sanatçı sensin” demek yerine, “Ne güzel renkler kullanıyorsun resminde, eğleniyor gibisin” diyebiliriz. Bu iki cümle arasındaki fark üzerinde biraz düşünün. Çocuklarınızın başarmak için sürekli çalışan bireyler olarak mı yetişmesini istiyorsunuz, yoksa kendisi için en iyi olanı seçecek olgunluğa erişmelerini mi?
Çocuklarımız için elimizden gelenin en iyisini yapmak isteriz. Onları, kendileri oldukları için severiz. Özgün ve özgür birer birey olmaları için onları destekleriz. Çocuğumuzun kişiliğini de önemsememiz gerekir öte yandan. Nasıl bir insan olacak? Müşfik? Sabırlı? Esnek? Bağımsız, dünyayla ilişkisinde güvenli?.. Bu soruları gözönünde bulundurarak çocuklarımızı yetiştirirken arada bir onlara başarısız olmakta kötü bir şey olmadığını, insanın başarısızlıklarından ders alıp kendini geliştirebileceğini de söyleyebiliriz.
Dr. Lisa Firestone, PsychAlive.org
Not: Kısmen çevrilmiştir.