İlk olarak Elif ablamı ne kadar çok sevdiğimle başlayacağım. Bu kitabı da bana o getirdi.

Sevgili Elif ablama…

Yıl 2033.

Dünya nükleer savaş sonucu insan yaşamına elverişli değil. O koca Moskova metrosu insanlığın tek kalesi. Dünya çeşit çeşit mutant tarafından istila edilmiş. Bunlardan bir tür ise kara derililer. Bu mutant türü bir kapıdan metroya sızmakta. Metrodaki insanlar için en büyük tehlike bu.

Mutantları öldürmenin tek yolu ise metronun kalbi sayılan, bilimin teknolojinin ve sanatın yaşatıldığı tek yer Polis’e gitmekten geçiyor.

Bu görev için seçilen Artyom’un sürükleyici, korkunç ve okuyan için eğlenceli macerasını Dmitry Glukhovsky bize çok iyi bir anlatımla sunuyor.

Bu kitap diğer geleceği anlatan bilim kurgu kitapları gibi abartılı şeyleri içermiyor.

Gayet olabilir şeyleri bir de gerçekçi dille yazınca insan tüm bunların gerçekten olabileceğini düşünüyor. Bir de kitapta insanın kendi türünden başka türlere nasıl bir zulüm uyguladığı gayet açık ve korkusuzca anlatılıyor. İnsanların içindeki o zarar verme duygusu, kendi türünden olmayanlara uyguladığı şiddeti, bunu gözünü bile kırpmadan yapışı ve üstüne dönüp “Ha! Ha! İşte bunu ben yaptım” diyebilmesi anlatılıyor. Özellikle bir çocuk olarak diğer türlere nasıl böyle davranabildiğimizi, hatta kendi türümüzden birinin gözünün içine baka baka nasıl tetiği çektiğimizi anlamıyorum. Bence içimizdeki bu şiddet duygusunu atabildiğimizde gerçekten “İNSAN” olabileceğiz.

Bu duyguların temel sebebi açgözlülük olduğunu düşünüyorum. Bir insan başka bir canlının elindeki herhangi bir şeyi almak isterse bunun sonucu şiddet ve ölüm oluyor.

Şimdi kitaptan devam etmek istiyorum. Yazar dünyada ne kadar çok siyasi düşünce ve inanış olduğuna değinmiş. Artyom Polis’e giderken yaklaşık beş kişi ona yol arkadaşlığı yapıyor ve on farklı görüşten insanla tanışıyor. Ancak hepsi aynı şeyi istiyor, kendi inancıyla ve siyasi düşüncesiyle birlikte yaşamak.

Bazıları iyi yaşam koşulları sağlayıp görüşlerinin hoş görüldüğü bir yer buluyorlar. Ancak bazıları sadece siyasi sebeplerden dolayı dışlanabiliyor ve hatta öldürülebiliyorlar.

Siyasi görüşler ve inanışlarından öte aslında hepsi aynı şeyi istiyor, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak ve türünü sürdürebilmek.

İşte böyle bir durum daha iyi bir şekilde ne anlatılabilir, ne tanımlanabilir, ne de betimlenebilir. Bence bu kitapta yazarın üslubundan çok içerik öne çıkmış. Kocaman bir savaş yüzünden insanlığın nasıl gelişemediği ve hala bugünkü seviyesinde kaldığı çok iyi bir şekilde anlatılmış.

O büyük metronun içinde yaşayan bir insan ve hikâyemizin baş karakteri olan Artyom daha sadece üç yaşındayken metroya girdiği için dış dünya ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyor. Metronun sadece bir yerden başka bir yere daha hızlı gitmek için yapılmış olduğuna ise aklı ermiyor.

Gerçekte metronun bir ucundan öbür ucuna gitmek sadece yarım saat sürerken, metronun sığınak olarak kullanıldığı zamanda metronun bir ucundan öbür ucuna gitmek bir ay sürüyor o da şanslıysan. Yok eğer şanslı değilsen ikinci tünelde hayatını kaybediyorsun.

Sizin de bu kitabı okumanızı, bu dolu dizgin maceraya katılmanızı ve benimle aynı düşünceleri paylaşmanızı dilerim.

Sevgiler.