O’nu çok seviyorsunuz. O’nu o kadar çok seviyorsunuz ki hiçbir şey daha önemli, daha öncelikli değil. Ne isterse yaparsınız, neyiniz varsa ona verirsiniz: zamanınız, sevginiz, para ile alınabilen her şey. Gerçi ilk gördüğünüz anda O’nu bu kadar çok seveceğinizi hissetmemiştiniz. Ama bundan sonra, hayatınız boyunca sizinle beraber olacağını, bu mucizevi küçük şeyin, bebeğinizin, sizden bir yansıma olduğunu hemen kavramıştınız. Gövdesini gövdenize değdirip kucağınıza aldığınızda kendini nasıl da güvende hissederek uykuya bıraktığını, düzenli nefes alışlarının ona dokunuşlarınızla nasıl devam ettiğini, hatta söylenirmiş gibi olduğunda ona fısıldamalarınız, dokunmalarınız sayesinde nasıl da rahatlayıp, sakinleştiğini biraz şaşırarak, biraz hayran olarak ama en çok sevinerek ve onu çok sevmeye başlayarak karşıladınız.

Aradan haftalar geçti. Size bağımlı, muhtaç bu küçük canlı borcunu genelde kucağınızda huzur bularak, kucağınızda olmayı severek size ödedi. Aradan aylar geçti. Derken aranızda kucağa alınmak karşılıklı bir hal aldı. Siz onun mutsuzluklarını çözerken kucağınıza almayı alışkanlık edindiniz, O mutsuz veya aç veya bir şey isteme durumunda kucağa alınmayı ihtiyaç bildi. Bir oyuncağa ulaşmak isterken, bulunduğu mekanı değiştirmek isterken, hafifçe de olsa bir yere çarptığında kucağınızı işaret etti veya söylendi diye kucağa geldi. Kucağınız onu koruyup kollamak, sizden ayrılma, kendi başına etrafı keşfetme denemeleri yapan bebeğinizi, çocuğunuzu size yakın tutmak için her zaman hazırdı. Hatta onca masraf edip hazırladığınız güzel odası, yatağı kucağınız tarafından uyku mekanı olarak yenilgiye uğratılmıştı. Bütün söylenmelerine çare olan kucağınız iyi uyuyamadığınız, defalarca uyandırıldığınız geceler pahasına bebeğinize yatak olmayı seçmişti.

Aradan yıllar geçti. Kucağınızı bebeğinizden, bebeğinizi kucağınızdan kurtaramadığınız için neredeyse her istediğini ağlayarak yaptırdığı, yerine getirdiğiniz isteklerin ise kısa sürede yerini yenilerine bıraktığı bir süreç içine düştünüz. Ne istese yaptınız, ne istese aldınız, istediğini yedi, istemediğini yemedi. Ama ne o ne siz mutlu değilsiniz. Bir yerde bir yanlış olmalı.

Baştan başlayalım. Onu çok seviyorsunuz. Anne karnında büyümesine şahit oldunuz, doğumu yaşadınız, elinize aldınız. O sizin artık, sizinle artık. Her şeyinizi vermeye hazırsınız. Kucakta tutmak O’na da size de iyi geliyor. O’nu kucağınızda, gövdenizin bir parçası gibi size yakın tutmak çok hoşunuza gidiyor, ancak uyurken, keyfi yerindeyken onu kucağınızdan ayırıp, yatağına bırakıyorsunuz. Çünkü biliyorsunuz ki o çok sevdiğiz, küçük bir birey, size bağımlı olmasını istemiyorsunuz. Sizden ayrı kalmaya da ihtiyacı olduğunu, zaman içinde kendini oyalamayı, avutmayı öğrenmesi gerektiğini biliyorsunuz. Kendine yeten biri olsun istiyorsunuz. O’nun bir birey olduğunu kabul edişiniz doğduğu gün başladı. O’nun hakları var: sevilmek, beslenmek, bakılmak, korunmak, öğrenmek, denemek, keşfetmek.

Ne zaman kendini yalnız hissetse, bir derdi olsa, başına bir sıkıntı gelse siz hemen onun yanında oldunuz, bunun böyle devam edeceğinden her zaman çok emin. Size güveniyor. Onu o kadar çok seviyorsunuz ki ona sorumluluk veriyorsunuz, yanlış şeyler istediğinde, yaptığında ona “hayır” diyorsunuz. O’na hayır demenize rağmen sevildiğini, güvende olduğunu, kabul edildiğini her zaman biliyor, hissediyor, hissettiriyorsunuz. Biliyorsunuz ki O’nu çok sevmek O’nun her dediğini yapmak değil. Anne-baba olarak göreviniz, bebeğinizi-çocuğunuzu sevmek, fiziksel-duygusal ihtiyaçlarını gidermek, O’nu kendi başının çaresine bakabilir bir birey olarak yetiştirmek. Tüm bu süreç boyunca sizin kazancınız da sevilmek, güvenilmek, çocuğunuzun bir derdi, sıkıntısı olduğunda ilk başvurduğu kişi olmak ayrıcalığıdır.