Dikkat: Bu yazı; 18 yaşından küçükler, çocuğuyla kendi hayatlarını tamamlamak isteyenler, en birincilerin anne ve babaları olma hayalini kuranlar ve yolda giden çocukların önünü kesip “Ay ne şeker bir kere öpebilir miyim?” diye soranlar için zararlı olup, okumamaları önemle rica olunur.
Kızlarım bu yıl okula başladı. Okulun ilk günü maaile onları sınıflarına doğru yolcu ederken ben gözyaşlarına boğuldum. Yok yok, öyle “Evlatlarım büyüdü de okula gidiyor,” hissiyatı yüzünden değildi gözyaşlarım. Eşim elinde kamera, çocuklar yerine beni ağlarken çekip, “Gitti bütün güçlü ve özgür kadın imajın.” diye dalga geçerken, ben aslında geçen yıllara değil, gelecek yıllar için ağlıyordum.
Hani evde koltuğunuza kurulmuş korku filmi izlerken, gerilimli bir sahnede, başrol oyuncusu tam da sizin arkasında katilin olduğunu bildiğiniz kapıyı açmaya doğru ilerlerken, çoğu zaman farkında olmadan “Ay ay ay, sakın açma o kapıyı!” diye kendi kendinize bağırmanız gibi bir şey çocuk yetiştirmek. Siz aslında aynen o filmdeki gibi bir yabancısınız çocuğunuzun hayatına. İçine girmeniz, müdahale etmeniz, olacakları engellemeniz mümkün değil. Hadi diyelim her şeyi kontrol altına aldınız; yine de kader denen birşey var ve o köşe başında sizin çocuğunuzu iyi ya da kötü sürprizleriyle bekliyor. Bence çocuk yetiştirirken önce bunu kabullenmek gerekiyor.
İkincisi ve daha da zor olanı ise, onun yaşayacağı hemen hemen tüm duyguları, acıları, sevinçleri, hayal kırıklıklarını aynısı olmasa bile sizin daha önce yaşamış olmanız ve dolayısıyla bunları aynen filmi izleyen seyirci gibi önceden görebilmeniz. Yani çocuğunuz arkasında katilin olduğu o kapıyı açacak, siz bağırsanız da gözünüzü yastıkla kapasanız da. Ve bu duyguyla yaşamak o kadar zor ki! Yıllar önce ünlü bir kadın cerrahla yapılan bir söyleşide ona neden hiç çocuk sahibi olmayı düşünmediği sorulmuştu. Yanıt tam da benim bugün hissettiklerimi yansıtıyor aslında: “Bir gün bir annenin karşıdan karşıya geçmekte olan çocuğuna bakan endişeli gözlerini gördüm ve bir ömür boyu böyle bir duyguyla yaşamak istemedim.”
Ben aslında öyle “Hayatımdaki en güzel şey çocuğumla aramdaki sevgi.” ya da “Bir gün görmesem kokusunu özlüyorum.” diyen annelerden de değilim. Hiç olmadım; olmadı. Belki de bu yüzden hayatta tek başarısız olduğumu, hattâ daha da beteri, çuvalladığımı düşündüğüm şey annelik ne yazık ki -her ne kadar annemle babam “Senden böyle iyi bir anne olacağını asla tahmin etmezdik.” dese de (kimbilir neler umuyorlardı ki!). Yani ne çocuklarımı ilk kez kucağıma aldığımda gökyüzünde ışıklar belirdi, ne de sevinçten ağladım. Ben küçükken bile evcilik oynamadım, bebeklerle oynamayı hep sıkıcı buldum. Evet, elbette onları seviyorum ama bu sevgi zaman içinde gelişti ve itiraf etmeliyim ki hayatımda bundan çok daha sarsıcı sevgiler de yaşadım. Ya da şöyle dersem daha yerinde olur, ben onları sevdiğim gibi karşılıksız, yoğun ve tutkulu başkalarını da sevdim.
Benim için bir başka sorunsa onlara verecek bir öğüdüm, “Şöyle olursan iyi olur, bak şu mesleği seç, evlen, kariyer yap, para kazan…” gibi hayata dair verecek bir bilgimin bulunmayışı. Sık sık “Ben şimdi ne diyeceğim bu çocuklara, kendim hiçbir şeye inanmazken?” diye soruyorum kendime. Tüm havuçların bağlı oldukları ipi keşfettikten sonra, o havuçlara nasıl inandırayım ben onları? Tek diyebileceğim, “Kendin ol, alçalgönüllü ol, affetmeyi öğren, ne istiyorsan onu yap.”. Böyle bir öğütle kurtlar sofrasına iki kuzu hazırlıyorum ne çare.
Bazen kendi derimden bile soyunup, her şeyi geride bırakıp gitmek istediğim ama gidemediğim anlarda, onları vücudumda tam iki göğsümün ortasında çıkmış üçüncü bir kol gibi hissediyorum. Otururken, kalkarken, giyinirken, yatarken, yürürken, kontrol etmek zorunda olduğum ama asla kestirip atamayacağım bir uzuv gibi. Bazen de onların odasına girip, sere sepe korkusuzca uyurken onları seyrettiğimde ya da en sıkıntılıı anımda bir kelimeyi yanlış telaffuz edip beni güldürdüklerinde diyorum ki “İyi ki yapmışım”. Onlar şu anda bilmiyorlar ama aslında kendimi vuracağım pek çok yoldan, uzun tüketici gecelerden ve ilişkilerden, yani rahatlıkla bir serseri gibi yaşayacağım bir hayattan beni şimdilik koruyorlar.
Diyeceksiniz ki “Peki niye çocuk sahibi oldun?” Onları doğurmayı niye bu kadar çok istediğimi şimdi düşündüğümde, belki de doğurmayı çok istediğim halde parasızlık ve hapise girmek korkusuyla aldırmak zorunda kaldığım çocuğuma ve “Senin bir daha asla çocuğun olmaz.” sözlerine inat -serde asilik var, yapamazsın denen her şeyi yaptım çünkü- ya da tam da dağılmak üzere olduğum bir noktada kendimi koruma güdüsünden diyorum. Fakat ilginç olan şu ki:
“Ben aslında gerçekten, korku filmi seyretmeyi hiç sevmem.”
15 Eylül 2005
Link: meltemtolunay.com