Kendi İşini Kendi Görmenin Kolaycılığı: Küçük Ev
“Sıkıntıdan intikam alıyoruz”
Bize “Orada (köyde) sıkılmıyor musunuz?” sorusunu yöneltenlere P. Sollers’in Sabit Tutku‘sundan alıntı yaptık önceleri. Azıcık uzaktan, şehirden köye bakınca zaman uçsuz bucaksız görünüyor değil mi? “Zamanın altınını” bozdurup bozdurup yiyoruz gibi…
Evet, bizim gibi işi ve şehri bırakıp, köye yerleşmişseniz parayı zamana çevirmeyi başarmışsınızdır. Şimdi kendi işinizi kendinizin görmenin vakti gelmiştir.
Gelirken hesap basitçe şudur: İhtiyacım olanı almak için çalışacağıma, ihtiyacım olanı yaparım. Hiç de fena düşünülmemiştir. Kendi zamanınızın efendisi olmaya hazırsınızdır; zaman ipleri sizin elinize verirse…
Bizim kendimize ayırdığımız ilk gerçek mesai barınma konusu ile başladı. Arazimiz bir buçuk dönümlük mutlak tarım arazisiydi. Çevresinde yapılaşma yok denecek kadar azdı. Sekiz yıldır ekilmediğini öğrenmiştik ve çok sevinmiştik. Toprak kendi kendini sürdürür hale gelmişti.
Diğer güzelliği ise içinde yığınla olgun meşe ve çıtlık ağaçları olmasıydı. Odun değeri yüksek olduğu ve tarım arazilerinde verimliliği azalttığı düşünüldüğünden bu ağaçlara rastgelmek bile çok sevindiriciydi. Araziyi aldıktan sonra “temizlik” yapıp meyve ağaçları dikmemizi tavsiye eden çok oldu fakat hiçbir lezzetli meyve dibinizdeki ağaca konan alakarga ya da nar bülbülünü izlemek kadar keyifli olmasa gerek. Ama yine de araziyi bolca kaplamış baldıran ve dikenli böğürtlen çalıları ile gereksiz bir mücadeleye girdik. Sonunda galip gelen olan onlar oldu ve haftaları alan uğraş güçlü tohumların önüne geçmedi. Toprak ve zaman her seferinde bize bu dersi verdi. Biz sizin bildiğinizin ötesindeyiz!
Önce evimizi imara uygun ve en alt sınırlarda yapmaya karar verdik. Dersini iyi çalışan çocuklar gibi çok gönüllü olmasak da kanuni beklentilerle kendi beklentilerimizin kesişen kümesini bulduk. Proje çizdirdik, bize çok destek olan bir mimarla çalıştık. 48 m2’lik bu ilk hayali yaşam planımızı o dönem tarım arazilerindeki yapılaşmaya bakan il özel idareye gönderdik.
Arada bu kadar küçük(?) bir evde nasıl yaşayacaksınız soruları soran memurları ikna etmek için ziyaretler yaptık, fakat gel gelelim son aşamada ani bir kanun değişikliği ile 20 dönüm aşağısına ev yapılamayacağını ve bizim durumumuzda artık bunun imkansız olduğunu öğrendik. Toprak yine kendi yoluna çağırdı, kaybolan zaman, emek bize yine ders oldu.
Başa döndük tekrar. Bu yazı dizisinde bolca okuyacağınız bir cümle. Beylik haliyle “yüreğinin götürdüğü yere” gitmediğinde başa gelen şey.
Başlangıçta şimdi “tiny house” olarak bilinen yapı tipiydi hedef. Tekerlekli, araziden bağımsız, küçük mü küçük ama akılcı planlandığında oldukça rahat olan ev tipi. İlk planın yıkılması ile hemen bir cesaret geldi. Üstelik bu ev tipinde elde avuçtakini tüketseniz bile devamını kendiniz getirebiliyordunuz.
Bölgede sedir ağacını kullanarak ahşap yapılar yapan bir marangozhane ile görüştük. En kaba haliyle çatı, duvarlar, pencere ve kapılar için fiyat aldık. Böylelikle tiny house modeline de “kaba inşaat” terimini dahil eden ilk bizdik sanırım. Bir ayda bitti ve altına yaptıracağımız römork için aldığımız fiyat evin bedelini geçtiğinden kazıkların üstüne yapmaya karar verdik. “Kaba inşaat” tan sonra “bungalov tipi ve hareketsiz tiny house” kavramını da böylelikle ortaya atmış olduk.
Elde avuçta biriktirdiklerimizle bu kadarını yaptık, sonrasındakileri zaman harcayarak. Su tesisatını komşudan ödünç aldığımız basit bir araçla iki günde tamamladık. İçini, zamanında kız tarafının aldığı yatak odasının gardırobunu söküp dekupaj testere ve şarjlı tornavida ile yaptık. Mutfak tezgahını ve banyoyu çocukluğumda fayansçı dayımı zevkle izlediğim zamanlarda öğrendiklerimle yaptık. O noktadan sonra hemen taşındık, ilk aylar elimizden şarjlı tornavida eksik olmadı, fakat yeni eşya almadan, sadece eskileri dönüştürerek evimizin yalıtımını ve tüm kullanım alanlarını tamamladık. Santimetre hesabının önemli olduğu bu tip yapılarda elimizdeki her şeyin santimi santimine düşündüğümüz yerlere denk gelmesi de garip bir tesadüftü.
Küçük evde yaşamak her şeyden ihtiyacınız olan kadarını tutmak demek biraz da. Bulaşıklığınızda üç kaşık, üç tabak, kova gibi tek bir su bardağı ihtiyacınız olan. Kıyafet üzerinde paralanana kadar bir çeşit tutabilirsiniz. Günümüzün üç gardırobu büyüklüğünde olan bu evde yeni kıyafet almak için eski kıyafetinizi elden çıkarmak zorundasınız.
Okuduğunuz kitapları elinizde tutmaya elveda. Vitrin yok; kitaplık da bir vitrin değil mi? Birkaç raf ekliyorsunuz kitaplarınız için. Fakat her yeni kitap eski kitaplardan birini paylaşmayı gerektiriyor. Okuyup elinizde tutmamayı öğreniyorsunuz. Hiçbir şeyi gösterecek yeriniz yok. Biriktirmek yerine paylaşmak zorundasınız. Hani o her şeyimizi yapan makinelerden bahsetmiyorum bile.
Ev bittiğinde ev hediyesi getirmek yasak. Sobanın üstünde demlenen çay garanti.
Mutlu olmak için alışverişe çıkan insanlarla ilgili hikayeler mite dönüştü artık. Bir kere ihtiyaçlarınızı kendiniz karşılamaya başlayınca, üretmek yerine almak mutlu etmeyi bırakın sizi rahatsız eder oluyor. Kızımızın otizm tanısı ilk konduğunda, onun için vermemiz gereken eğitim bedellerini karşılayamadığımız için, devletin verdiği haftada 3 saatle yola başladığımızdan bahsetmiştim ilk yazıda. Onun yerine evde eğitime ağırlık verdik. Bilimsel kaynaklar dışında eğitim materyallerini kendimiz yaptık.
Özellikle otizmde görsel materyal kullanmak bir zorunluluk. Ona ellerini yıkamayı öğreten ilk kartlarını ve diğer birçok gelişim basamağını destekleyecek görselleri kendimiz yaptık. Kendi işini kendin görmek, çok çalışmadan az parayla yaşamayı sağlarken aynı zamanda kişiye özel çözümler üretmenizi sağlıyor. Bir sonraki yazıda bu tür çözüm önerilerinden bolca bahsedeceğim.
Unutmadan, elinizdeki kaynağa göre tamamını kendiniz yapabileceğiniz evler de mümkün. Yeter ki imece yapacak bolca arkadaşınız olsun. (Bizimki, bu tür yapılara kıyasla biraz kolaya kaçıyor bile sayılabilir.) Bu tür yapılar yapan birçok insanla karşılaşıyoruz ve bu gelişmeler bizi çok mutlu ediyor.
Tamamen doğal ve bölgede bulunan malzemelerle maliyeti emekle takas ederek kendi yuvanızı yapabilirsiniz. O zamanlar bu konuda nasıl destek alacağımızı bilmediğimizden ve birimiz ev için uğraşırken ötekimiz küçük kızımızla ilgilenmek zorunda olduğundan bu kadarını yapabildik.
Zamana gelirsek tekrar, kendi işini kendi yapan için her saniye altın değerinde. Sıkılmaya vakit bulmak imkansız, kendi işini kendin görmekten sıkılmamak ise garanti.