Annemin bir lafı vardır… İyi bir şey olduğunda; yeni bir iş, bir doğum, evlilik… “Allah kıvandırsın” der. Yani, o “iyi şey”in olması yeterli değildir bazen… Onunla sevinebilmek, onunla övünebilmek, onun tadını çıkartabilmek tamamlar o mutluluğu. O şartların oluşmasına bağlıdır mutluluk.

Bu ülkede hiçbir şeyle “kıvanamıyor” insan. İzin vermiyorlar. İnsan mutluluğundan utanıyor.

Çok basit lan! Kar yağdı. Hem de öyle böyle değil. Aklımızın bir yanı sokaklarda, kıyıda köşede yaşayan mülteci ailelerde, evi sokak olan insanlarda ve sokak hayvanlarında olsa da bir an durup yağan karın keyfini yaşamak istiyor insan. Çocuklarını alıp parka çıkmak, gülmek eğlenmek istiyor. Sonra kah anneanneye babaanneye edilen bir telefon, kah Facebook’a yüklenen bir fotoğrafla sevdikleriyle paylaşmak istiyor bu mutluluğunu.

Olmuyor. Bu ülkede hiçbir şeyle “kıvanamıyor” insan. İzin vermiyorlar.

İnsan mutluluğundan utanıyor.

Televizyon açamıyorum. Hükümet komiseri, adı “gazeteci” bir sürü insan, akıl almaz uygulamaları savunabilmek için dans ediyor. Mesleğimin geldiği noktadan utanıyorum. Çocuklarım adına korkuyorum. Beş kanaldan dördünde karşımda aynı adamı birilerine nefret saçarken görmeye dayanamıyorum.

Adamlar, Özgecan’ı nasıl öldürdüklerini tüm detayıyla, tane tane anlatıyor; gazeteler çarşaf çarşaf yayınlıyor ifadeleri. Biri çıkıp da “Bu kadar detay vermesek mi la?” demiyor.

Şaşırıyorum.

Uğradıkları tacizleri sıralayan kadınlara posta atıyor; amiyane tabirle, “köpeklerin serbest dolaştığı yerde, taşları bağlamaya” çalışıyor bazı haddini bilmezler. Baştaki zaten aynı, iki arada feministlere ayar çekiyor. Çaresiz hissediyorum.

Otomatik kalkıp inen el vekilleri, muhalefetin üstüne yürüyüp, mecliste şiddet uyguluyor, yetmiyor kafası yarılmış Kürkçü’nün fotoğrafını paylaşıp dalga geçiyor.

Sonra… “Siz benim polisimsiniz” diye tarif ve taltif edilen o esnaftan biri çıkıp elinde bıçakla insanlara saldırıyor.

Nuh’u öldürüyor! Kalakalıyorum.

Nuh’u öldürüyor!

Tüm pisliklere karşı durmak için çabalayan bir adamı, Nuh’u!

“AVM’lere gitmeyin, esnafı destekleyin” diyen Nuh’u!

Hayatımızı cehenneme çevirecek İç Güvenlik Paketi’ne karşı #direnözgürlük nöbetinden dönen Nuh’u!

Bu ülkenin ağacını-çocuğunu-denizini seven ve bunun için yüreğini ortaya koyan Nuh’u!

Uzun süredir işsiz, muhtemelen zorda olan ama gülümsemesini kaybetmemiş Nuh’u!

İstanbul bembeyaz. Oğlumla, kızımla parka gidip kar topu oynamak istiyorum. Kahkahayla gülmek, eğlenmek istiyorum. Akşamüstü Beşiktaş’ta kar eşliğinde akşamüstü rakısı içip sonra bu mutluluğu paylaşmak istiyorum. Olmuyor. Bu ülkede hiçbir şeyle “kıvanamıyor” insan. İzin vermiyorlar. İnsan mutluluğundan utanıyor.

Bu akşam ne olacak, yarın sabah nasıl bir güne uyanacağız, bilmiyorum. İşin kötüsü korkuyorum, yeni kötü haber nereden gelecek ve ne kadar kötü olacak diye bekliyorum sadece. Eminim çünkü kötü haberlerin devam edeceğine.

Mutsuzuz lan!

Özgecan’a tecavüz etmeye kalkan hayvan, Ali İsmail Korkmaz’la karşılaşsa onu öldürebilirdi.

Ali İsmail’i öldüren hayvanların camına kar topu gelse, Nuh’u öldürebilirlerdi.

Nuh’u öldüren hayvan Özgecan’ı dükkanının arkasına çekebilirdi…

…ve bunun suçlusu biziz aslında!

Şair demiş ya…

Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

beş değil,

yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

***

Şiir: Dünyanın En Tuhaf Mahluku, Nazım Hikmet, 1947