Oyun… Her yaştan insanın tarihin ilk çağlarından beri, zevk almak amacıyla gerçekleştirdiği gönüllü bir etkinlik. Oyunun şiirle, felsefeyle, savaş sanatlarıyla olan ilişkisi, sonsuzluğuna dair ipucu veriyor bizlere.

Oyunun keşfini hep merak etmişimdir. Bu merakımın düşsel dünyadaki yansımasında, iki küçük çocuğun birlikte eğlenmeyi keşfettikleri bir anı görüyorum. Şaşkın ve sorgular gözlerle önce birbirlerine sonra da birlikteliklerine bakıyorlar. Keyifli ve mutlulular. Tabii bunlar yalnızca benim hayal gücüm. Gerçekte, insanın oyunu keşfini irdelediğimizde, atalarımıza kadar uzunan uzun bir süreçle karşılaşıyoruz.

Atalarımız, çevrelerinde gördükleri şeyleri taklit ederek, yaptıkları eylemleri hareketlerle birbirlerine anlatarak farkında olmadan oyunu yaratmışlar. Gündüzlerin ardından gelen gece, şiddetli yağmur, gök gürültüsü onları korkutmuş, gündüzün çabucak gelmesi, yağmurun ve gök gürültüsünün bir an önce son bulması için bilinçsiz hareketler yapmaya başlamışlar. Bu hareketler zamanla bilinçli yapılan büyüsel törenlere dönüşmüş ve oyun bu aşamada kültürel bir özellik kazanmış. Bu törenleri izleyen çocuklar da büyüklerini taklit ederek benzer hareketleri yapmaya başlamış. Zamanla bu hareketler oyunlaşmış, çocuklar tarafından nesilden nesile geliştirilerek aktarılmış ve bugünkü oyunlar doğmuş.

Kaydırak oyunundaki gibi bir hedefi vurmak, çeliğe vurup uzağa götürmek, bir grubun diğer grubu yakalamaya çalışması, saklambaç oyunlarındaki saklanma ve ebeleme hareketleri, ilkel insanın avcılık sırasında yaptığı hareketlerin benzeri gibidir.

Yani bugünkü anlamıyla “oyun”, oldukça uzun bir süreçten geçmiş, değişime uğramış fakat öz anlamını kaybetmemiş. Bazı oyunlar ise günümüze kadar taşınmış. Arkeologların buluntuları, bize bugün de oynanan ve yaygın olan oyunların çok eski çağlara uzandığını gösteriyor. İ.Ö. 2600 civarına ait Sümer oyun tahtası, İ.Ö. 1800’lere ait iki kızı aşıkla oynarken gösteren pişmiş topraktan heykel, İ.Ö. 500’lere ait tahta at bunlardan bazıları. Bir başka deyişle oyunlar, tarihin akışı içinde kültürün kalıntıları.

Oyun aynı zamanda birçok bilim dalı kapsamında incelenmiş, arkeolojik, biyolojik, fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik birçok kuram geliştirilmiş. Oyun konusundaki birçok araştırma ve kuram, önemli bir noktada kesişiyor: Çocukların gelişimi üzerindeki etkisi.

Peki oyun sahiden çocuklar için bu denli önemli mi?

Çocuklar oyun oynarken dener, yanılır, araştırır, soru sorar, heyecanlanır, merak eder, bedenini sınırlarını zorlar, konuşur, karar verir, paylaşır, rekabet eder, liderlik eder, farklı düşünmeyi dener, izler, hatırlar, mutlu olur, kaygıları ile baş etmeyi öğrenir, hayal kurar ve canlandırır. Çocuk, hem bilişsel hem de fiziksel gelişimi için oyuna ihtiyaç duyar.

Geçmişten günümüze değişerek, gelişirek, çeşitlenerek ve zamana uyum sağlayarak gelen oyun aslında çocukların gerçek hayatı, çocuklar arasında ortak bir anlaşma yolu ve çocuğun hareket etme biçimidir.

Çocuklarımızın gerek bilişsel gerekse fiziksel gelişimi için bu denli önemli olan oyunu, hayatlarının mümkün olan her anında diri tutmalı ve çeşitlendirmeliyiz.

O zaman hadi, oyun oynayan elime mum diksin.

Ayşe Pınar Altun Aktif Yaşam Derneği‘nin Başkan Yardımcısı’dır

KAYNAKÇA

Özdemir, Nebi, Türk Çocuk Oyunları Cilt-I, Ankara, Akçağ Yayınları, 2006.
Özdemir, Nebi, Türk Çocuk Oyunları Cilt-II, Ankara, Akçağ Yayınları, 2006.
And, Metin, “Çocuk Oyunlarının Kültürümüzdeki Yeri ve Önemi”, Uluasal Kültür, Nisan, S.4, Ankara, 1979.
Aracı, Hikmet, Öğretmenler ve Öğrenciler için Okullarda Beden Eğitimi, Ankara, Nobel Yayın, 2004.
Tokmakçıoğlu, Erdoğan, Çocuk Oyunları, Ankara, Bilgi Yayınevi, 2007.
Yıldırım, Selçuk, Çocuk Oyunları-2, İstanbul, Zafer Yayınları, 2004.
And Metin, Oyun ve Bügü: Türk Kültüründe Oyun Kavramı,İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2003.
Çolak, Faruk, Geleneksel Kayseri Çocuk Oyunları ve Halkbilimsel İncelemesi, Konya, Kömen Yayınları, 2009.
Ersoy, Y., Habibe, “Başkurt Çocuk Oyunları”, Milli Folklor,S.86, Ankara,2010.