Zamansız Kelimeler adlı blogun yazarı, son aylarda sık sık duymaya başladığımız, neredeyse alıştırıldığımız “‘kendi rızası’ bulunduğu” elbette sapına kadar erkek hakimlerce tespit edilen “küçük kıza tecavüz ettiği için cezalandırılmayan” adam tekerlemesine itiraz ediyor ve anne-babalara hatırlatıyor: “Onlar daha çocuk. Onlar cinselliği arzulayamayacak kadar çocuk. Onlara sahip çıkın ve sesinizi yükseltin. Bağırın! Avazınız çıktığı kadar bağırın! BAĞIRIN!”
Şaşırdınız mı? Hayır, şaşırmayın. Öyle bir gezegen var gerçekten. Ve ben oradan yazıyorum bu satırları.
90’lı yıllarda çocuk olmanın güzelliklerinden nasiplenmiş bir çocuğum ben de. Arabaların girmediği sokaklara seksek çizer, gönlümüzce istop oynardık. Mahalledeki kız ve erkek çocuk sayısı hemen hemen eşitti ama yaş gruplarımız farklıydı. Buna rağmen bir arada oyun oynardık. Oyun oynarken oyun oynamak dışında bir şey düşünmezdik. Ve bizler oyun oynarken anne ve babalarımız bizim oyun oynadığımızdan başka bir şey düşünmezlerdi. O zamanlar korku düşmemişti içimize. Okula gitme yaşı gelene kadar -ki o zamanlar o yaş uzaklardaydı- sokaklarda koşuştururduk. Bahçelere dalıp meyve aşırır; seksek, istop, yakartop, saklambaç, yedi kiremit oynardık. Güneşin tepede olduğu saatlerde mümkünse yaşlıların, hastaların ve uyuyan bebeklerin bulunmadığı bir apartman seçer ve merdiven serinliğinde evcilik oynardık.
İlkokula başladığım zamanı hatırlıyorum. Kalabalık bir sınıftık. Sınıftaki kız ve erkek sayısı eşitti hemen hemen ve hepimiz aynı yaştaydık. Her şeyi birlikte öğrendik. Aşkı, top atan Ali ve bal alan Emel’den öğrendik biz. Öpüşmeyi ise Uyuyan Güzel’den. Oyunlar oynardık biz. Hepimiz çocuktuk çünkü. Ali İhsan diye bir arkadaşım vardı. Dünya tatlısı, sevimli, eğlenceli bir çocuk. Çok severdim onu. Çok eğlenirdim onun yanında. O zamanlar, artık iyice aşina olduğum aşk kelimesini kullanacağım zamanın geldiğini düşündüm. Sonra bir gün bisikletten düştük Soner ile. İkimizinde dizler paramparça. Tentürdiyotu bastılar Soner’in dizine. Soner tam bağıracaktı ki bana baktı ve sıktı kendini. Gözünden gelen yaşı bana belli etmeden silmeye çalıştı. Tentürdiyot sırası bana geldi. Soner yanıma geldi ve “Korkma acımıyor.” deyip yanan yarama üfledi. Kafam karışmıştı. Acaba aşk bu muydu?
Ortaokula başlamıştım. Ortaokul yeni sınıf arkadaşlarıyla beraber yeni mahalle arkadaşları kazandırmıştı bana. Doğduğum mahalleden taşınmıştık. Lojman kültürü yeni şeyler öğretti bana: Utanmak. Mahalle arkadaşlarım ile okul arkadaşlarım arasında anlayamadığım bir fark vardı. Lojmanda kızlar akrandı. Erkekler ise kızlardan büyük. En küçük yaş farkı 1 idi. En büyüğü yalan olmasın 10 falandı sanırım. Ergenlik dönemi, regl olmak, büyüyen memeler… Okuldaki arkadaşlarımın umurunda olmayan bu şeyler lojmandaki arkadaşlarımın ilgisini çekiyordu. Özellikle memeler. Hep bir dokunma çabası… Büyüyen yaş ile beraber oyunlarımız da değişmişti. Artık voleybol ve basketbol oynuyorduk. Lojmanda benimle yaşıt 4 kız vardı. Ve ben onlarla tanışınca anladım onlar gibi olamayacağımı. Mini etekler giyip diskoya giderlerdi Pazar günleri. Ben ise ayağımda patenler lojmanın bahçesinde bir o yana, bir bu yana… Kısacık saçlarımı joleleyip havaya dikiyordum. Yandan cepli, kareli pantolonlar giyiyordum. Fanatik Fenerbahçeliydim. Erkek görünümlü bir kız çocuğuydum. Özentilik mi? Hayır. Utanmak. Mahallenin abilerinden birinin kapısını çaldım: “O. Abi basket topunu alabilir miyim benim topum patlak da?” O. Abi “Dur getireyim, dışarıda durma içeri geç” dedi. Bir adım attım içeri, eşiğin dibinde bekliyorum. Abi dediğim komşunun çocuğu taciz girişiminde bulundu. Tokat atıp kaçtığımı hatırlıyorum. Sonrasında O. Abi bu girişimini mahallenin diğer erkelerine anlatmış olacak ki farklı zamanlarda uygun koşulları yaratıp öpmek ve memelerimi ellemek için uğraştı her biri. Aynı yıllarda İstanbul’a tatile gitmiştik. Babamın yakın bir arkadaşına. İki erkek çocuğu vardı babamın arkadaşının. Biri benimle yaşıt diğeri ise 4-5 yaş büyük. İstanbul’un tıklım tıklım otobüslerinden birindeyiz. Annem, babam ve ben. Babam “azıcık kız çocuğu gibi giyin” diye söylendiğinden etek giymiştim o gün. Babamın yanımda olmasından güç alarak elbette. O tıklım tıklım otobüste bir el benim popomda. Kafamı çevirip direkt baktım adamın suratına. Öyle çirkin, öyle ezik ve öyle vasıfsızdı ki… Dönüp babama baktım. Söylemek istedim ama korktum. Ya bana kızarsa? Kendi işini kendin hallet dedim içimden ve adamın elini tutup tırnaklarımı var gücümle geçirdim etine. Canı yandı. Hissettim. Belki kanadı eli, bilmiyorum. Adam canının acısıyla çekince elini babama seslendim: “Baba!”. Adam korkmuş olacak ki zınk diye indi otobüsten. Tatil bitimine yakın bütün ev ahalisi dönüş bileti almak için dışarı çıktı. Evde, evin büyük oğlu ve ben varım sadece. Ben salonda yere minderleri serip uzandım televizyon seyrediyorum. Evin büyük oğlu odasında bulmaca çözüyor. Sonra nedendir bilmem iki de bir kapının oradan bakmaya başladı. Fark etmemiş gibi yaptım. İlgilenmedim. Ben Süper Baba’yı izleme derdindeyim. Bir süre sonra rahatsız oldum. Uyuyormuş gibi yaparsam niyetini anlarım diye düşündüm. Kapadım gözümü, kulağım televizyonda dizi başladı başlayacak. Ne alacaksa alsın da gitsin bir an önce derdindeyim. Yanıma geldi. Hafiften bir ürperti bende. Sonra birden bedeninin ağırlığı üstümde. Bir eli ağzımı kapatıyor sıkı sıkı. Ne kadarı bilmiyorum belki birkaç saniyesi belki birkaç dakikası ama bir süresi yok o anın bende. Göbeğimde tenini hissettiğimde uyandım. Yumruğumu sıktığımı hatırlıyorum. Ve öyle kuvvetli sıktım ki yumruğumu vurmaya başladım evin büyük oğluna. Deli gibi yumruklar savurdum ve o deli gücüyle sıyrılıp kaçtım. Tuvalete kapattım kendimi. Çığlık çığlığa ağlıyordum. Bir şey oldu mu acaba diye korkuyordum. Nasıl anlarım olduysa? Olacak olan şeyin ne olduğunu da bilmiyorum ki! Tuvaletin kapısını yumrukladı uzun süre. Açmadım kapıyı. İçerden bağırdım: “Annemler gelsin her şeyi anlatacağım!” “Salak” dedi. “İnanmazlar sana, sen istemesen o yapmazdı.” derler dedi. Cümleden tek anladığım “inanmazlar” kelimesi oldu. Otobüsteki korku yeniden içimdeydi. Ya kızarlarsa bana? Ya gerçekten inanmazlarsa? Ya ben suçluysam? O korku öyle büyük bir korku ki bunu size hiçbir şekilde ifade edemem. Annemler geldi o sırada. Tuvaletten çıktım. “Ne bu halin, neden ağladın?” diye sordular. Dizi dedim. Süper Baba. Alim’e ağladım. Yalan. Oysa halime ağladım ben. Diyemedim. Babamın çook yakın arkadaşının oğluydu ve ben susmak zorundaydım. Babamın çook yakın arkadaşı alkolikti. Ve karısı kanser. Ve ben babamı çok seviyordum. Sustum.
Tacizler, tecavüz girişimleri derken geçtim liseye. Olup bitenleri unutmam dan diye olmadı. Ama sanırım o dönemi kolay ve ruhsal bir hasar olmaksızın atlatmamda en büyük pay katıldığım tiyatro kursunundu. Ne makyaj yapmayı sevdim, ne elbise-etek giymeyi. Kadın olmak istemedim. Kadın olduğumu kabullenemedim. Kadın olmak tacize maruz kalmaktı. Kadın olmak tecavüze uğramaktı. Çantamda rujum olmadı hiçbir zaman. Okul gömleğimin düğmesini mememe kadar açmadım hiç. Eteğin altına tayt, gömleğin içine yuvarlak yaka badi giymeden gitmedim okula. Kadın olmaktan böylesine utanıp erkeklerden korkarken arkadaş olarak erkekleri seçtim kendime. Bu ne tezatlık demeyin. Bu bir strateji. Eğer erkeklerle değil de sınıfın hatunlarıyla takılırsam dikkat çekerim. İstesem de, istemesem de. Ben ise erkeklerle oturup sohbet ettim, maç yaptım, sigara içtim. Lise dönemindeki erkekler o kayıp yıllarım ortaokul dönemimdeki erkekler gibi değillerdi. Hepsi kadınlarla sevişmeyi hayal ediyor ama bunu okuldaki kız arkadaşları üzerinde eyleme dönüştürmeye kalkmıyorlardı. Belden aşağı, seviyesiz sohbetler de etmiyorlardı. E o zaman sorun nerede ve kimdeydi?
Şimdilerde düşününce aslında çok travmatik bir dönemi ucuz atlatmışım. Erkeklerle ya da cinsellikle ilgili bir sorunum yok. Ama ne yazık ki hala o utanç duygusu içimde bir yerlerde gizleniyor.
N.Ç davasında “rızası var” diyen hödüğün, 12 yaşımda bana saldırıp “Annenlere söylersen sana inanmazlar, sen istemesen o yapmazdı” derler diyen evin büyük oğlundan ne farkı var?
Mahallenin erkekleri beni sıkıştırmaya çalıştıklarında şikayet etseydim anne-babalarına “Aman ya çocuk onlar, ne bilsinler sıkıştırmayı ellemeyi” demeyecek miydi aileleri, tıpkı Ö.C davasındaki sanıkların anne ve babaları gibi?
O yaşlarda tacize uğramış ve tecavüze uğramaktan son anda yırtmış biri olarak söylüyorum: Kendi rızamız diye bir kavram yok! Haz alma, zevk alma gibi kavramlar yok! Aksine büyük bir korku var içimizde ve gözlerimizde. Başımıza gelenin ne olduğunu anlayamadığımızdan içimizde büyüyüp gözlerimizden taşan kocaman bir korku var sadece. Tiksinme, mide bulantısı var. Susmaktan kaynaklanan ve nefrete dönüşen bir acı var. Ama en önemlisi utanç var. Büyümekten utanan, memelerini saklamaya çalışan kız çocukları var. Saklanarak geçen bir ergenlik dönemi ve kayıp yıllar var.
Anneler ve babalar; çocuklarınıza sahip çıkın. Onlar daha çocuk. Onlar cinselliği arzulayamayacak kadar çocuk. Onlara sahip çıkın ve sesinizi yükseltin. Bağırın! Avazınız çıktığı kadar bağırın! BAĞIRIN!