Merhaba! Ben Hannes. Biri 2 buçuk, diğeri 1 buçuk yaşında (üçüncüsü doğmayı bekliyor) üç çocuğun babası, Yeditepe Üniversitesi’ne değişim programıyla gazetecilik okumaya gelen Matleena’nın ise kocasıyım. Şimdi size İstanbul’da kaldığımız beş aylık süreçte yaşadığımız bazı deneyim ve duyguları anlatacağım.
Değişim programıyla İstanbul’a gelmek için Finlandiya’dan yola çıktığımızda, Batı ile Doğu sınırında yer alan ve nüfusunun %99’u Müslümanlardan oluşan bir ülkede yaşamanın neye benzeyeceğini merak ediyorduk. Tıpkı tahmin ettiğimiz gibi, Türkiye insanı bizim aile düzenimizi anlamakta biraz zorluk çekti: Ben ne çalışıyordum ne de evin direğiydim, Matleena ise karnı burnundayken okula gidiyordu. Diğer kültürel zorluklar ise daha öncesinde aklımızın ucundan bile geçmemişti!
Şimdi, Finlandiya’ya dönmemize dört gün kala, İstanbul’da yaşadığımız hayatın, Finlandiya ve Türkiye arasındaki büyük kültürel farklılıklara rağmen, fevkalade güzel geçtiğini söyleyebilirim. Aslında İstanbul’u öncesinde tahmin ettiğimizden çok daha “Avrupalı” bulduk.
Bize de çocuklarımıza da inanılmaz derecede nazik ve dostça davranıldı. Sanırım Türkiye’de çocuk denince akan sular duruyor… Anlaşılan o ki iki şirin kız çocuklu ve dört çift boncuk gözlü, sarışın bir aile olmak hayli hoş bir şey buralarda. Şehir içinde yolculuk ederken hep insanların ilgi odağı olduk. Sanki bize öylesine hayran hayran bakıyorlardı.
Örneğin lokantalardaki erkek ve kadın garsonlar, önümüze döke saça yediğimiz ve asla pahalı yiyecek içecek ısmarlamadığımız halde, bizi her zaman ama her zaman, son derece sıcak bir şekilde ağırladı. Hem kadınların hem de erkeklerin yanındayken, kendimi el üstünde tutulan yakışıklı bir adam gibi hissettim hep. Bunun tek sebebiyse çocuklarıma bakıyor olmamdı. Türkiye erkekleri bana hep olumlu yaklaştı: Karımı üç çocuk doğrumaya ikna ettiğim için iyi bir erkek olduğumu ima eder gibilerdi.
Ama Türkiyeliler, tüm bu olumlu ilgilerine rağmen, her nasılsa, ailede rolleri nasıl bu şekilde bölüşebildiğimizi tam olarak anlayamadılar. Bir keresinde hastaneye gidip, çocuklarımızın anne babası olduğumuzu söyledik. Hemşire ne iş yaptığımı sordu. Çocuklara baktığımı söylediğimdeyse: ”Ah, o zaman siz Matleena’nın kocası değilsiniz.” dedi.
Ne zaman oyun parkına gitsem kadınlar bana kim olduğumu sorup durdular. Ben de onlara çocuklarıma bakan bir baba olduğumu söyledim. Bu onları şaşırttı. Karımın öğrenci olduğunu söylediğimdeyse, ne diyeceklerini bilemediler. Hatta bir keresinde kızlarımızla yürüyordum ve adamın biri beni selamlayacağına karşı kaldırımdan bana “Anaları nerede?” diye avaz avaz bağırdı.
Bizi rahatsız edenler üniversiteden tanıdığımız bazı öğrenciler oldu sadece. Bazen çocuklaşıp kızlarımıza çimdik atıyor, onlarla dalga geçiyor ve Matleena’nın hamileliği hakkında nezaketsizce sorular soruyorlardı. Sanırım üniversitedeki bazı insanların dünya görüşü gerçekten hayli dar. Bizim gibi ailelerin de olabileceğini anlayamıyorlar.
Kimi zaman da bir baktık ki anlamayan ve uyum göstermek istemeyen biz olmuşuz. Ne zaman biri benden her zamankinden daha fazla para istese sinirlenirim. Ayakkabıcı çocukların aldığı paradan hep şüphe ettim. İstanbul’da yaşamış Fin arkadaşlarımız bizi yalancılar konusunda korkutmuştu. Yine de bu küçük sorunlar yurtdışında bir yabancı olarak yaşayan her kişinin karşılaşabileceği türden sıradan meseleler. Türkiye’de, kültürel farklılıkların görece daha küçük olduğu bu ülkede bile, insanın değişik olanı ne kadar da feci bir şekilde kabullenebildiğini anlamak durumunda kaldık.
Toparlayacak olursam, bu beş ay hayatımızın en ilginç dönemiydi. Yine de kendimizi Finlandiya’ya yeniden dönmeye hazır hissediyoruz. Bence, benim gibi taşrada yetişmiş biri için, İstanbul ciddi ciddi yaşamayı düşünülebilecek bir yer değil. Evet macera ve heyacan dolu ama içinde fazla olan bir şey var. Çok yoğun mu desem? Çok kalabalık mı desem? Çok büyük mü desem? Kendimizi çok küçük hissetmemize neden olan bir şey…
Bizce İstanbul sevilemeyecek ve nefret edilemeyecek kadar büyük. Her şey nerede bulunduğunuza, kiminle vakit geçirdiğinize, ne kadar para harcadığınıza, vs.’ye bakıyor. Aynı mahallede güzellik ve çirkinlik, mutluluk ve korku, sevinç ve acı ya da zenginlik ve sefalet gibi büyük zıtlıklarla karşılaşabiliyorsunuz.
İstanbul’u kendiniz gelip deneyimlemelisiniz: Bakalım şehrin hangi yönlerini görebileceksiniz.
Yazının orijinali için tıklayınız.