Barınaklarda olup bitenlere burun sokmak o kadar kolay olmadı… Tehditler, mahkemeler, gözdağları ile süslenen bu süreçte öğrendiklerim, şahit olduklarım akıl alır gibi değildi. İnsan şovenizmi dehşet verici boyuttaydı. İşin kötüsü olup biteni hukuksal bir alana taşımanın imkânı yoktu. Hayvanlar görüntü olarak vardı insanoğlunun dünyasında, hepsi o…

Çocuk felci yüzünden koltuk değnekleri ile yaşamını sürdüren, konuştukça güldükçe ışıklar saçan bir kızla kesişti bir gün yolumuz. Bahçelerinde bir köpekleri vardı, evleri iki katlıydı, Işık Saçan Kız kulübeyi, odasının penceresinden görebileceği şekilde yerleştirmişti. İmkânları kısıtlıydı, aşı yaptırmak için belediyeler para istiyordu. Karabaş’ın aşıları ve kısırlaştırma işlemini üstlenmiştik. Lokum gibi bir köpekti, mahallenin çocuklarıyla alt alta üst üstte oyun oynayan, koltuk değnekli sahibini ağrılarından bahçeye inemediği zamanlarda pencerenin önünde kuyruk sallayarak mutlu eden Karabaş.

Haber geldiğinde araba kullanıyordum, Işık Saçan Kız ağlamaktan anlatamıyordu telefonda ne olduğunu. Karabaş’a bir şey olmuştu, ama ne? Sakin ol, tane tane anlat, demeye çalıştım hıçkırıklarının arasına girip. Nihayet anladım ve arabada donup kaldım e-5 in ortasında. Arkadan gelen kornalar, bağırışlar, küfürler kendime getirdi beni. Sağa çekip sinirimin titrememin geçmesini ne kadar bekledim bilmiyorum.

Ekipler bahçeye girip zehirli iğne atıyorlar, Karabaş can havliyle fırlıyor bahçeden, kalçasında şırınga… Sokağın ortasında yığılıp kalıyor. Mahallenin çocukları çığlık çığlığa başına toplanıyorlar. Kimi su getiriyor, kimi başını kucağına alıyor, kimi evden yoğurt getirip yedirmeye çalışıyor. Işık Saçan Kız, Karabaş diye haykırarak koltuk değnekleriyle koşuyor can yoldaşının yanına. Mahalleli, çocuklar, ışık saçan kız ve ağzından köpükler gelen, kasılarak can çekişen Karabaş yolun ortasında çırpınıyorlar. Ekipler geliyor yanlarına, mahalleliyi ve çocukları kovalayıp, Işık Saçan Kız’ın koltuk değneklerini alıp yolun kenarına fırlatıyorlar; “Sen önce kendine bak da, köpeğin eksik kalsın” diyerek… Karabaş’ın cansız bedenini kamyonetin arkasına atıp gözden kayboluyorlar. Işık Saçan Kız’ın hayatının bir kısmını o kamyonetle götürüyorlar.

Müthiş bir öfke büyüyor içimizde ama mahkeme, gönüllü avukatlar, şahitler, veteriner görüşleri hiçbirisi para etmiyor. Hepimiz o kadar çaresiz kalıyoruz ki… Ne söz yetiyor, ne şahit, ne rapor, ne gözyaşı, hiçbirşey yetmiyor… Dayandıracağımız suç bulunamıyor, yaşam hakkı saygı görmüyor, yok sayılıyor. Meğer bu hayvanlar yokmuş… Işık Saçan Kız’ın koltuk değneklerinin elinden alınıp atılması, yolun ortasında öylece çaresiz bırakılması, Karabaş’ın nedensiz, kalleşçe öldürülmesi hiç olmamış, hiç yaşanmamış sayılıyor.

Tam o sırada başka bir Işık Saçan Kız çıkıveriyor ortaya. TEGEV in Merdivenköy Birim sorumlusu, etüd için okul çıkışı merkeze gelen çocuklarla çalışıp çalışamayacağımı soruyor. İlaç gibi geliyor bana, koşarak hatta uçarak gidiyorum. Tanışıyoruz bayılıyorum ona, hemen planlıyoruz ve gün belirliyoruz.

Mavi önlükleri ile derslikte toplanan çocuklarla ilk buluşmama gidiyorum merakla… Hepsi heyecanlı, sandalyelere sanki film seyredeceklermiş gibi, mum gibi dizilerek oturmuşlar. Hepsinin elleri dizlerinin üstünde, gayet nizami, gözleri bende. İçim burkuluyor gene, etkinlik sınıfından bulduğum tüm minderleri getiriyorum, sandalyeleri kaldırıyoruz herkes istediği mindere istediği gibi otursun rahatça, bizim dersler böyle geçecek diyerek göz kırpıyorum. Hem hoşlanıyorlar hem de şaşrıyorlar bu duruma, belli ki ilk defa böyle bir özgürlükle karşılaşıyorlar. Rahatça yerleşiyorlar ve başlıyoruz..

Her hafta bulabildiğim ilginç hayvanları, filmleri, resimleri götürüyorum derslere, konuşuyoruz, gülüyoruz, tartışıyoruz… Enerjilerimiz birbirine geçiyor. Yatarak, uzanarak, bazan müzik, bazan Güllü eşliğinde resimliyorlar, yazıyorlar duygularını, düşüncelerini, hayallerini, yaşantılarını, akıllarında kalanları… Eko sistemi konuşuyoruz, ağaçları, çiçekleri, böcekleri, dünyayı, hayvanları konuşuyoruz, çiziyoruz, oynuyoruz. Beni yönlendiriyorlar, isteklerini söylüyorlar. Ne çok şey öğreniyorum onlardan…

Okullar kapanıncaya kadar her hafta benim çocuklarım oluyorlar, anneleriyle tanışıyorum. Kimmiş bu hayvanlı kadın diye tanışmaya geliyorlar, bazıları derslere girmek istiyor. Anlıyorum ki evde öğrendiklerini anlatıyorlar, daha büyük sevinç olur mu benim için!

Kimi ilk defa bir köpeğe dokunuyor, kimi korkusunu yeniyor, kimi “Öğretmenim bize at getir, ben at sevmek istiyorum” diyor, kimi beni evine çağırıp bunları anne babasına da anlatmamı istiyor… Ne kadar güzeller, ne kadar temizler, ne kadar öğrenme meraklısı ne kadar hınzır ve akıllılar, ne kadar eğlenceliler..Benim aklım neredeymiş bu güne kadar? Koca koca insanlara dert anlatmaya çalışmakla ne çok vakit kaybetmişim?

Sıra köpeklere gelince, en mühim keşfimi yapıyorum; tamamına yakınında “siyah kuduz köpek” diye bir kalıp var. Nereden çıktığı belirsiz. Hiçbirisi görmemiş, rastlamamış ama var, hepsinde var. Bu çocuklara bu korkuyu, bu öteki kavramını aynı şekilde ve aynı etkide kim öğretebilmiş şaşırıyorum. Hem arkadaşım hem veterinerim olan Sinem’e rica ediyorum, önlüğünle geliyorsun benimle diyorum. Geliyor, o anlattıkça hepsi şaşırıyor, bildikleri herşey tepetaklak oluyor, çizilen resimler, yazılan öyküler, oynanan oyunlar, fikirler değişmeye başlıyor.

Ders yılını eğlenceli bir etkinlikle bitirmek istiyorum ve hayatımın en kötü kararını veriyorum. Hayvanat bahçesine gitmek istiyorlar, tamam diyorum. Eşten dosttan yol ve kumanya için destek bulup gidiyoruz hayvanat bahcesine. İçeri girer girmez yaptığım hata yüreğime bir ağrı olarak çöküyor. Pislikten ağır kokular gelen kafeslerde maymunlar küflü ekmekleri kemiriyor, yosun tutmuş suyu çekilmiş havuzun arkasında hangi hayvan var bakamıyorum bile… Ben ne yaptım? Nasıl yapabildim böyle birşeyi? Bütün bir sene hayvanların esaretinden zevk almayı göstermek için mi uğraştım? Çok kızıyorum kendime. Çıkamayız da buradan şimdi ne yapmalı ne etmeli, düşünüyorum?

Ortada topluyorum çocukları tüm kafesleri gezmelerini ve şartlarının bu hayvanların doğal ortamlarına uygun olup olmadığını düşünmelerini söylüyorum… Gruplar halinde gezip geliyorlar, kumanyalarımızı yerken soruyorum, “Bu hayvanlara soran olmuş mudur sizce, seni alıp bir kafese kapatacağız, küflü ekmek çürümüş sebze meyva ile besleyeceğiz, razı mısın” diye?

Şaşırıyorlar..

Hiç böyle düşünmedik diyorlar?

Otobüsteki dönüş yolculuğumuzda içim rahatlıyor, gevşiyorum… Ortak kararları hayvanların esir edilmemesi gerektiği yönünde oluyor.

Yaşasın!!!

Işık Saçan Kız’ı ve sevgili Karabaş’ını düşünüyorum, haketmediği acılarını… Hayatıma giren diğer Işık Saçan Kız’la bu çocukların zihinlerine, kalplerine dokunmamız onun acısını hafifletir mi acaba? Anlatsam içine biraz su serpilir mi?