Başar Başaran kentsel muhalefetin hallerini yazmış… Alıntılıyoruz…

Bu şehrin sokaklarında çocukluğumuzdan ne bir tuhafiyeci, ne bir kırtasiye, ne bir saat tamircisi, ne de bir oyuncakçı kalmış. Aidiyet kurmamıza yarayacak ne varsa bir bir elimizden alınmış.

Rant adında gaddar bir Tanrı’nın sorgulanmaz buyruğunda neyimiz varsa yitirmişiz. Bütün caddeler birbirinin aynısı markaların sıra sıra dizildiği sıkıcı maketlere dönmüş. Tokyo’dan İstanbul, Yeni Delhi’den Seul ayrılmaz olmuş. Arkasını sermayeye dayamış bir standardın istilasında hatıralarımız düşmüş. GPS’lerle vardığımız evlerin penceresinden dışarıya bakmaya ürker olmuşuz. Şehrin her gün değişmeyen tek bir yeri, işgal edilmemiş bir karış alanı, delik deşik olmayan tek bir sokağı kalmamış…

Vandal bir kavmin kanlı mızraklarını andıran gökdelenler zafer çığlığı gibi göğe yükselirken her şey köksüz, her şey zevksiz, her şey grandiyöz olmuş.

Kapısında para kestikleri bir korku tünelinde yaşamaya mahkum edilmişiz. Mezarlıkta ıslık çalar gibi hiç durmadan eğlenmeye çalışmamız bundan.

Bu karanlık tablonun içinden bugün İnci Pastanesi’ni kapıyorlar diye ayağa kalkanlara bakınca, gösteri toplumunda göstergelerin gerçeğe nasıl galebe çaldığına acıyla hayret ediyorum. Bir şeyin aslı yittiğinde göstergesine tapınma işte böyle başlıyor. Grayderleri çalışadursun, Payitaht şangır şungur önüne dökülsün, çılgın projelere doymayan Başbakan’ın Muhteşem Yüzyıl’la mücadele ederek Tarihi koruması gibi biz de İnci’nin önüne yatıp şehri koruyoruz. Demek ki insana putlar hep iyi geliyor, gerçekten koparıyor, gönlünü ferahlatıyor.

Ama neden şimdi, neden İnci?

Çünkü nicedir şu Beyoğlu nostaljisi denilen şey hali vakti yerinde orta yaş grubunun gençlik günlerine özlemi şeklinde yaşanıyor. Koltuklarının yayları fırlamış Emek sinemasından, İnci’nin vasat profiterolune hatta zorlarsanız Şampiyon’un kokoreçine, Kızılkayaların hamburgerine böyle bir kültleştirme yaşanıyor. Şehrin kalmayan kültürü taze bir sınıfın kendi dar zaviyesinden yeniden üretiliyor. Bu sayede şehrin içinde pek çok ‘şey’ daha iyisini elde edebilecek imkanı olanın, bundan vazgeçerek farklılaşabilmesi hoşluğu adına simgeleştiriliyor.

Bu simgelerin taşıyıcısı olanlar elbette bu sayede ‘seçkinleştiklerinin” farkındalar. Ah İnci, Vah inci ne günlerdi demekle kendilerini bir başka gruba göndermiş olduklarını biliyorlar. Bu simgeleri köpürtenler ille de bir şehirlilik, bir sınıf, bir aidiyet göndermesi yapıyorlar. Lüferin peşinde koşarken çocukluğunun boğaz günlerini, İnci’nin önünde yatarken ilk gençliğinin taze flörtlerini yad etmiş oluyor. Bu mücadeleler hep bu hikayelere payanda oluyor. Böylece Boyoz’la, profiterolle, lüferle ”Kimlik” inşasının yapı taşları kuruluyor. Mücadele adı altında kimlikler estetize ediliyor.

İnci’ye gelince…

Tabii ki şehirlerin mobilyaları vardır, tabii ki belli başlı kurumlar o şehrin ruhunu üflerler vs. Fakat bugün artık ne İstanbul bir şehirdir, ne de üflenecek bir ruhu kalmıştır. Bu yangın yerinde bu konuşmalar için çok geçtir. Başka dertlerin başka lafların başka yıgınakların zamanından geçerken fazlaca ” Efruz Bey” bir tavırdır. Bu zamanda mücadele alanını göstergesi kendisinden farklı bir takım simgelerin ardına koyan bir muhalefet, gerçekten bir profiterol kadar kopmaktadır. İtirazı komik hale gelmektedir.

Nostalji ve yas üreten bir emekli lokaline benzeyen sola böyle gelinir.

Ne yapalım çok sevdiğimiz pastanenin kapanmasına seyirci mi kalalım, denilebilir. Kalınmayabilir. Ama meselenin ele alınış şeklindeki histeri bize burada yaşananın bir iktisadi teşekkülü savunmaktan çok ama çok daha fazlası olduğunu söylemektedir. Altmetinler, göndermeler endişe verici bir kafa karışıklığını göstermektedir. Haber sosyal medyaya düştüğünden beri 6-7 eylül göndermelerinden -mutad olduğu üzere- faşizm geliyor ünlemlerine varıncaya kadar yapılan yorumlar hiç sağlıklı değildir.

Dünyaya ilişkin bir itirazın gelip de bir Pastahane’de temerküz edişinde haliyle bir anomali aramak gerekir.

Yoksa Darbelere Dur de platformu olarak yüzlerimize sürdüğümüz çikolatalarla Zeynep Tanbay’ın modern dans gösterisinin ardından Galatasaray’dan Tünel’e yürümek fikri neden cazip olmasın ki…

Zeminsiz ve çıkışsız kalmış bir muhalefetin şu başı kesik hüznünü duymasaydım, hiç konuşmazdım.

Kaynak: Baskahaber.org