Bugün günlerden pazartesi. Biraz sonra okulda olacağım. Annem kahvaltımı yedirdi. Şimdi üstümü giydiriyor. 10 yaşında bir çocuk olmamla birlikte bu size biraz garip kaçabilir. Apartmanımızda asansör olmadığı için annem beni aşağı kadar taşıyor ve tekerlekli sandalyeme oturtuyor. Yanlış duymadınız. Annem beni siteden çıkarınca karşı kaldırıma geçiriyor ve karşı sokağa kadar benimle geliyor. O sokaklardan geçerken insanların bana attığı o korkunç bakışlar, her gün okula giderken tüm neşemi içimden söküp atıyor. Ama okulda daha fazlası olacak. Altı yaşındaki bir çocuğun bana ne olduğu hakkında annesine sorular sorması beni iyice sarsıyor.
Herkes sanki ben bir ucubeymişim gibi bakıyor, hayat bir sirk ve ben onların palyaçosuyum. Bana bakıp gülenler -ki çok nadirler- beni ilgilendirmiyor. Asıl sorun yetişkinlerin bile bana acır gibi bakmaları…
Aslında palyaço olması, acınması, cezalandırılması, bir ucube gibi görülmesi gereken ben değilim; bunu bana yapan sarhoş sürücü. Belki bu doğuştan gelseydi kendimle daha barışık olabilirdim. Elimden sonradan alındı her şey, bu yürüme şansım, sosyalleşme şansım benden alındı. Asıl ucube odur…
Serviste ise annem beni servise çıkartmadan önce kulağıma fısıldıyor “Sen hepsinden daha iyisin, onların dediklerini önemseme.” Ve benimle birlikte servise biniyor. Bari göz göre göre yalan söyleme. Onun yalanları öbür insanların düşüncelerine, izleyicilerin gülüşlerine karşı olan kalkanımı zayıflatıyor. Her gün benim arkadaş edinmem için arkadaşlarımın anneleriyle önceden arkadaş oluyor, yemeğimi, giysilerimi, eşyalarımı… Hep o düzenliyor. Annem acaba ne zaman duracak, babamın yardımı olmadan…
O gün, ben 8 yaşındayken, her şeyin başladığı günde o sarhoş sürücü virajı alamadı. Sonuç olarak benden sadece bacaklarımı değil, ailemi de kopardı, babamı da…
Okulda ise durum daha önce de dediğim gibi, berbat. Erkek çocuklar tüm teneffüslerini basketbol ve futbolda geçiriyor. Benim için büyük bir dezavantaj. Sınıfın ders açısından en başarılısı olmam beni artık mutlu etmeye yetmiyor. Ben de onlar gibi koşmak, yürümek, oynamak istiyorum. Hiç kimse beni olduğum gibi görmüyor. Zaman zaman öğretmenim beni yardım etmek isterken mahcup ediyor. Kalemim yere düşünce alıp bana veriyor. Arkadaşlarım bana kötü davranıyor, hatta bir kısmı beni sandalyemden itip yerde sürüklenmemi izliyorlar. Tüm gün sınıfta duruyor, hiçbir şey yapmadan bahçede oynayan arkadaşlarımı izlemek bana ne kadar sefil olduğumu hatırlatıyor. Hiç mi bir çözüm yoktu, hiç mi?
-7 ay sonra-
Öğretmenimiz sınıfa duyuru yapıyor: “Çocuklar, bu yeni öğrencimiz Ayşe. Çekinme sınıfa gel, hadi.” Ayşe içeri giriyor, tekerlekli bir sandalye ile… Benim hikâyem bu, ne olacağını siz düşünün. Çünkü sahnede yalnız değildim artık.