25. haftayı geride bıraktık. Göbeğim aldı başını gidiyor, ilkinden görüntü olarak daha hamileyim. Yokuş ve merdiven şimdiden zorlamaya başladı.
Hele İlyas’ın şımarıklığı tutup beş saat oynayabileceği parka üç adım atması onu “yorunca” ve yerlere yatınca ve ben taşımak zorunda kalınca… buraya bir uzun hava koyalım.
Geçen hafta şeker testi yaptırdım. Testte bir saat sonraki sonuç normalden biraz yüksek çıktığı için önlem olsun diye 2. defa bu sefer 3 saatlik şeker yüklemesi yapıldı.
Hem aç ve susuz hem de şeker yüklenmiş olmak saçma bir şekilde yorucu bir şeymiş. Üstelik çok da uykusuzdum, çünkü gece karaciğerim oyulduğu için tepinip durmuştum.
Ya sahi başladı ne yazık ki. Daha önce yazmıştım. Ne olduğu bir muamma olan (hemen söyleyeyim asabi olmayan) şiddeti değişen bir acı oluyor karaciğerimde zaman zaman ve eğer çok ise gerçekten çok oluyor ki ben dirayetli biriyimdir.
Ne kadar çok şöyle söyleyeyim. O süre boyunca rahatlamak için kaburgalarımı söküp, karaciğerime ince ve soğuk bir şeyler saplamak istiyorum, sonra gün ağarmasına yakın sızıp kalıyorum. Gebelikle konu kapanıyor neyse ki. Arada bir sızlıyor filan o kadar…
Neyse teste dönelim, bittiğine dünyayı yedim galiba, sonra da uyudum biraz ve ancak kendime gelebildim. Şükür bir şey çıkmadı, zira şimdiye kadar hayatım boyunca diyet yapmam gereken bir durumla karşılaşmadım ve zor bir şey olduğu belli, sıkıcı olduğu ise kesin.
Ben ise şimdi bir tatlı yeme şımarıklığı içerisindeyim. Test de yüksek çıkmadığına göre bu şımarıklığı sürdürebilirim! Gerçi bu yenenler bana kıç, göbek, selülit vs. olarak geri dönüyor elbette, ama ilk hamileliğimde 15 kilo almıştım ve İlyas bir yaşına geldiğinde hamileliğe başladığım kilodan 2 kilo daha zayıftım.
Tabii bu bilgiye dayanarak bu sefer azıttığım ve şimdiden 6,5 kilo aldığım da acı bir gerçek ama evde iki oğlan olacağı da düşünülürse kurtulmak zor olmayacak.
Bir de bu var sahi, “Aaa ikinci mi geliyor, hayırlı olsun. Cinsiyeti ne?” sorusuna yanıt alınca herkesin ama herkesin ilk cümlesi o “Ayy, kolay gelsin valla.”
Çok sağolun…
Hepsinin üstüne psikiyatrist bir arkadaşımın söylediği ise beni bitirdi.
Şöyle ki bir araştırmaya göre erkek çocuk sayısı arttıkça annenin ömrü kısalıyormuş. Kısaltan doğduktan sonra yaşananlar mı yoksa östrojenli bir varlık olarak testosteronlusunu taşımak mı emin değillermiş ama kesin bilgi, daha çabuk ölüyormuşsun.
Metin’in tasavvur ettirdiği 15 sene sonraki sahneler gelip duruyor gözümün önüne, çığlıklar atarak kaçmak istiyorum. Gerçi nereye kaçıyorsam bebek karnımdayken, o da ayrı saçmalık.
Aaa buldum, ayrı eve çıkacağım diyordum ama bu bebeler delikanlı olunca ben de teknede yaşarım. Kaptanlık ehliyetim de var övünmek gibi olmasın.
Küçük bir yelkenli, kalabalık da kaldırmaz, açarım yelkeni oooh vira. Daha doğurmaya devam edersem ve kız çıkarsa onu da alırım ama bir daha erkek çıkarsa okyanusa filan açılırım artık!
Bu konu açıldığında “Aaa, var mı niyet?” sorusu geliyor hemen. Çok çocuk güzel fikir ama fikir. Önce ikiye alışalım, ailece hala sağlam isek gerisine bakarız. Bir de hepsini benim doğurmamın da gerekli olmadığını düşünüyorum. Bana da günah, doğmuşlara da.
Şimdilik durum bu. Benim şimdi İlyas’a söz verdiğim ve sanırım sonsuza kadar bitiremeyeceğim pançoyu örmem lazım. Örerken yarım saatte bir “bitmeyecek bu!” diye söyleneceğim, Metin de “satılıyor bunlardan” diyecek.
Klişeler güzeldir. İyi haftalar.
Edit: O kadar ince ip ve şişle panço mu örülürmüş! Vazgeçtim bebeğe kazak örüyorum:)