Bir billboardda gördüm. Bir kadın, bir de erkek, ikisi de çok havalı, sanırsın Aspen’deler, onlara göre kayak bana göre kaynak gözlüğü. Gökdelenlere bakıyorlar, uzaklarda ufolar. Ufolar yer bilmez izan bilmez, o yüzden İngilizce: “The future is Maslak”
Eskiden yoktu bunlar. Yani bu havalı billboardlar. Caddelere brandalar asılırdı. “Mazhar Fuat Özkan, Caddebostan Budak Sineması’nda” Sinemada açıkhava konseri, çekirdek yemek serbestti.
Ben de küçüğüm, iş yok güç yok, büyüyorum, ki büyümek hayatta en ciddiye alınacak meseledir belki de. Her hafta anneannemle pazara gidiyorum. Anneannem fileleri ceplerine tıkıştırır, kahverengi paltosunu giyer, “Hadi” der. “Necla, pazara gidelim de mısır alalım, haşlar, yeriz.”
Necla Halam dedemin kardeşi. Didişseler de iyi arkadaşlar. Hep Eskişehir’i konuşuyorlar. Necla’nın oğlu Eskişehirspor’da top oynuyor. Sanırsın, Eskişehirspor Real Madrid, Eskişehir de ikisinin Paris’i. Anneannemle Necla Hala maçlara gidip, rakibin ataklarında “Kış, kış” diyorlar, Eskişehirspor’un kalesini ikisi koruyor.
“10 tane mısır alalım” dedi anneannem, “10 tane yiyeyemem, çok” dedim. Necla Halam, “Oturup kütür kütür bütün elmaları yiyorsun, mısırları da yersin” dedi. Haklıydı, yerdim. Pis boğazın tekiydim.
Pazara girerken, “Elimizi bırakma e mi’ dedi Necla Halam. Anneannem dedi ki, “O biliyor, pazarda kaybolursa civcivcinin yanına gidecek.” “Allah muhafaza” dediler. Allah’ın muhafızları var sandığım vakitler. Ne oldu hatırlamıyorum, bıraktım ellerini. Herhalde ikisi sebze seçiyordu. O gün pazarda kayboldum. Nefes nefese civciv satan amcayı buldum. Anneannem dedim, beni burada bulacak, kaybolursan beni orada bekle demişti.
Civcivci “Melihaanımın torunu musun sen?” dedi. Evet, torunuyum.Civcivcinin bacanağı su getirdi bana. “Çocuk korkmuş.” Bacanağı takma tahta bacak sandığımı çaktırmadım. Ağlamadan bekliyordum.
Büyük ihtimalle anneannem beni bulamayacak, ben civcivcinin kızı olacaktım, karısı “Nerden buldun bunu” diyecek, beni civcivlerle kömürlüğe kapatacaktı. Tam Sezercik gibi ağlamaya başlayacaktım ki halayla anneannemi gördüm. “Aferin” dedi anneannem. “Korkmadın di mi, al elma aldık sana.”
Civcivci koştu elmayı yıkadı. Anneannem adama “Allah razı olsun” dedi, bir tane de civciv aldı. Necla Halam, “Sen kaybolunca” dedi, “mısır almayı unuttuk.” “Olsun” dedim, “Tipitip alırız.” Bir elimle elini tuttum, diğer elimde de elma. Civcivi de delikli kesekağıdına koyduk.
Sonra… Bir daha hiç kaybolmadım. “Civcivcinin kızı” da silinip giden senaryolarımdan biri olarak kaldı.
4 Ekim günü, cep telefonlarına bir kayıp çocuk ilanı daha düştü. Avonte Oquendo. 14 yaşındaydı. Otizmliydi.
Üzerinde çizgili gri tişörtü, kot pantalonu, siyah lastik pabuçları vardı. Güvenlik kameralarından son görüntüleri bulundu. Avonte sınıfından çıktı, koridordan sağa döndü, sadece bir kez arkasına baktı, koşarak okulu terketti.
Yok. 8 hafta oldu. Sekiz haftadır, metrolardan elektrik direklerinden, dükkanların vitrinlerinden, okul servislerinin camlarından “Aranıyor” ilanı inmedi. Bulunamıyor, polise gelen yüzlerce ihbar asılsız çıkıyor.
Haftalardır bazı muhitler Avonte’yi arama günleri belirliyor. Mahalleli sokaklara çıkıp, gidebileceği saklanabileceği yerlere bakıyor. Sağ salim getirene 95 bin dolar ödül verilecek ama Avonte yok. Sorun şu: Avonte konuşmuyor, sözlü iletişim kurmuyor. Sadece bir sese, annesinin sesine tepki veriyor. Annesinin ses kaydı polis arabalarından yankılanıyor: “Avonte, ben annen, şimdi sese doğru gel.” Deniz kıyısını çok sevdiğini söyleyen babası sahilde, annesi Avonte’nin kaybolduğu 127. Cadde’de bekliyor.
Avonte’nin annesinin sesini her duyduğumda aklıma bizim kayıplarımız geliyor. Onların hiçbiri okuldan koşarak çıkıp gitmedi. Bizzat evlerinden alındılar ve hepsi 18 yaşında kaldı. Bir tanesi annesinin sesini duysa, çıkıp gelse, hayat düzlüğe çıkar gibiydi. Ama olmadı. Zaten fileyle pazara giden de kalmadı. Budak Sineması yıkıldı, sinemada çekirdek yemek ayıp oldu, Mazhar şarkı sözlerini bozdurup onlarla döviz aldı, anneannemle Necla Hala öldü, Eskişehirspor şampiyon olamadı.
Misak-ı Milli sınırları içinde kaybolmak istemeyenlerin adresi belli, tak kaynak gözlüğünü, bak ufolara, “The future is Maslak”mış. Dört kelime kafi gelmiş, iyi bari.
Bu yazı daha önce Habertürk‘te yayımlanmıştır.