Uzmanı değilim. Bu yazıyı sıradan bir kadın ve anne olarak yazıyorum. Ama bu konularda çalışan uzmanlarla görüşmüşlüğüm var ve kadına yönelik şiddet, namus algısı, çocuk istismarı gibi konulardaki sosyal araştırmalarda, sahada görüşmeci olarak çalıştım.
Çocuk istismarı ve çocuğun cinsel istismarı, ilk anda düşündüğümüzden, düşünmeye dayanabileceğimizden çok daha yaygın. Çocuk bedenlerinden ve/veya karşılıklı arzuya dayanmayan cinsel ilişkilerden haz alan insanlar her yerde var ve zaman olacak.
Bu insanların çok büyük bölümü erkek ama kadınlar da var aralarında. Hem kız hem erkek çocuklar tacize uğruyor. Türkiye’de de, dünyada da, hayvanlara tecavüz etmek gayet yaygın ve bunu yapanlar insanlara da aynını yapıyor.
Çocukları cinsel tacizden, tecavüzden, istismardan korumak istiyorsak önce bunları kabul ederek başlamak lazım.
Uzunçorap’ta yayınlanan bir söyleşide Levent Kayaalp, iyi anne-baba olmak istiyorsanız rehberiniz kendi çocukluğunuz olsun, diyordu. Aynen katılıyorum. Birçoğumuz cinsel istismar “mağduru” olmadığımızı düşünüyoruz ama çoğumuzun başından geçti bunlar.
Unutmak istiyoruz. Bu şiddeti en ağır şekilde yaşamadıysak, gündelik zihnimizin çok uzağında tutabiliyoruz cinsel taciz konusunu. Ve anılarımızı. Ben bunları, namus cinayetleriyle ilgili bir saha araştırmasında çalışırken hatırladım, hepsi hortladılar. Pek ağır bir hikâye değil, okumaya devam edebilirsiniz:
Saha araştırmasında hemen her gün, mahallelerdeki insanların namus konusundaki düşüncelerini, çevrelerinde yaşanan olayları, ayrıca avukatlar, adli tıpçılar, rehber öğretmenler, kadın dayanışma derneklerinin çalışanları gibi konuyla teması olan insanların görüşlerini dinliyorduk. Ben o zaman 22 yaşındaydım. Sokakta başıma gelen sarkıntılıklar dışında tacize uğramadığımı sanıyordum. Halbuki “Hacı Amca” vardı. Yazın, nenemin denize yakın bir köydeki evine giderdik, Hacı Amca da bizim evin karşısındaki tarlanın yerine geçen tatil sitesinde oturan, 50-60 yaşlarında, bembeyaz saçlı bir adamdı. Biz bir sürü küçük kızdık ve bu adam küçük kızları sarılıp sarılıp öperdi. Öyle, gündüz vakti, herkesin içinde, anne babasının yanında, çocukları seven tatlı bir amca gibi. Aşağılık yavşak.
Hacı ya bir de, bundan kötülük gelmez diye düşünüyordu herhalde büyükler. Biz bir şey düşünmüyorduk o zamanlar, hatırladığım kadarıyla. Sadece bu adamın dokunmasından hiç hoşlanmazdık. Biz diyorum, çünkü mesela kuzenimle bunu konuştuğumu hatırlıyorum. O adamın evinin önünden geçmek istemezdi, oradan geçmeyelim derdi. Yaşımız büyüdükçe, mesela ilkokul yaşlarında, bu adamın daha küçük (2-3 yaş, 5 yaş?) kızları da öyle “sevecen” öptüğünü görmekten rahatsız oluyorduk. Bütün komşuların selam verdiği bir pislikti. Karısı çok tatlıydı, o kadın için üzüldüğümüzü de hatırlıyorum ama neden üzüldüğümüzün farkında değildim galiba.
Denize girerdik, koca sahilde gelip bize epey yakın bir yere sererdi havlusunu. Oturup seyrederdi. Pazar günleri deniz kalabalıkken bazen bir bakardık suda, burnumuzun dibinde bitmiş. Ortaokul yaşlarında bizi nasıl kestiğini net olarak görüyorduk ve ne anlama geldiğini de biliyorduk artık. Üstelik, bizden küçük kardeşlerimize de aynen öyle bakıyordu gözümüzün önünde.
Benden bir yaş büyük kuzenimin ikazlarıyla, ona pis pis bakmaya başladık biz de. Böylece Hacı Amca’yı püskürttük diyebilirim (bu tür insanların birçoğu gayet korkaktır aslında). Ama pişkinlik, yüzsüzlük kadar güçlü bir şey yok; yolda görünce nasılsınız diye sorardı, nedense cevap vermek zorunda hissediyorduk kendimizi. 4-5 yıl önce o yolda yine karşılaştık, budadığım dalları atmaya gidiyordum. “Kolay gelsin” dedi bana. “Sana hiçbir şey hiçbir zaman kolay gelmesin!” dedim. Bu adama yapabildiğim tek şey bu oldu. Eminim bu yaz yine oradadır ve belki şimdi de deniz kenarında küçük kızların bedenlerine bakıyordur iştahla.
Bu insanlar her yerde var. Ortaokuldayken beden eğitimi dersinden önce tam da üstümüzü değiştirdiğimiz sırada pat diye kapıyı açıp kızların soyunma odasına giren erkek beden eğitimi öğretmeni. Hiç de acelesi olmayan gereksiz bir şey söyleme bahanesiyle bize “bakmaya” gelirdi aynı iştahla. O kadar sıradandı ki, kapı açılır açılmaz görünen köşede durmazdık hiçbirimiz, ama bundan bahsetmezdik bile. “Halk arasında” “sapıklık” denen bu hareketlerin adı tacizdir. Çocukken bunun adını koyamazsın. Şikâyet edilecek bir şey olduğunu bilmezsin. Müdür yardımcısı orta 3’e giden kızları, ders zili çaldığında sınıfa gönderirken popolarından iter. Bunu bütün öğretmenler görür (üstelik annem de aynı okulda öğretmendi!). Herkesin gördüğü ve kimsenin bir şey yapmadığı bu şeyleri, bir şey yapılmayacak, normal şeyler sanırsın (okul zaten şiddetin her türlüsünün normalleştiği bir yer. Öğretmenlerin bütün gün çocuklara bağırması normalken, bu tür “ufak tefek” sarkıntılıklar da normal sayılıyor galiba).
Birine pedofil demek için bir çocuğa tecavüz etmesi veya bunun duyulması mı gerekir tartışmasına girmeyeceğim. Hacı Amca bizi “sadece” öpüyordu ama, istismar konusundaki uzmanların hep söylediği şey, “iyi dokunma” ve “kötü dokunma” vardır ve çocuklar bunların ikisi arasındaki farkı bilirler.
Çocukların bilmediği, bu “kötü dokunmalara” izin vermemektir. Çocuk, “kötü dokunmaya” hayır diyebileceğini, bunun şikâyet edilecek bir şey olduğunu bilmeyebilir. Çocukları tacizden korumanın en önemli adımlarından biri, bunu onlara anlatmak. Deli gibi herkesten her şeyden şüphe etmeye gerek yok. Çocukları yok yere korkutmaya da gerek yok. Ama karşılarına bir gün çıkması kuvvetle muhtemelen olan bu insanlar karşısında, çocukların yanında olacağımızı onlara söylememiz ve hissettirmemiz lazım.
Ben kendi çocuklarıma, anlayabilecek yaşa geldiklerini hissettiğimde, dünyaya duydukları güveni sarsmadan, “eğer birisi sana, senin istemediğin bir şey yaparsa ona “istemiyorum” de, ve gel bana söyle” diyeceğim. Büyük oğlum henüz 2,5 yaşında ve böyle lafları anlayamaz ama bu mesajı aldığını düşünüyorum şimdiden. Tacizi bilmesi gerekmiyor. Ama kendisinin sadece kendisine ait olduğunu bir şekilde biliyor, onun yanında olacağımızı biliyor ve bize güveniyor.
“Vücut bütünlüğü” gibi büyük laflarla değil, ama çocuklar incinmenin ne olduğunu biliyorlar, “vurma” lafını anlayabilecek kadar büyümüş bir çocuk, başkasını incitmemesi gerektiğini biliyordur (bazen kendine hakim olamasa da) ve başkası onu incitecek olursa yaygarayı basar. İşte o yaygarayı basma “dürtüsü” müdür, her neyse o, çocuğun kendini koruma tavrını sosyal baskılarla ezmemek lazım. Çocuk istemiyorsa “öp amcanın elini” dememek lazım. Birini gördüğünde sizin arkanıza saklanan çocuğu o teyzenin kucağına vermemek lazım. Çocuğun sizin arkanıza saklanmasının o teyzeyle, cinsellikle, tacizle hiçbir ilgisi olmayabilir, ama bu gibi bir sürü küçük olayla çocuklara istemedikleri ilişkilere hayır diyemeyeceklerini öğretmiş oluyoruz.
Tacize, tecavüze uğrayan çocuklar çoğu zaman ne yaşadıklarını tam olarak anlayamıyorlar. Kendileri bir hata yaptıklarını sanıyorlar. Saldırgan çoğu zaman tehdit ediyor: söylersen seni / anneni / kardeşini öldürürüm. Saldırgan çoğu zaman tanıdık, çocuğun hep etrafında. Aynı şeyi yine yapıyor. Başka çocuklara da yapıyor. Annesinin-babasının evde olmayacağı zamanı biliyor. Zengin ve eğitimli saldırganlar, bir kız çocuğuna tecavüz ederken hamile bırakmamayı, hatta kimseye duyurmadan kürtaj yaptırmayı biliyor (bu yüzden, bu elit saldırganlar daha az yakalanıyor ve biz de sanıyoruz ki tecavüzcüler hep “it kopuk, ayyaş, serseri”dir…).
Ayrıca bu insanlar çocuklara yakın olabilecekleri meslekleri (öğretmen, okul servisi şoförü, çocuk doktoru!) seçebiliyorlar ve bunu engelleyecek bir mekanizma yok. Mesela çocuklara cinsel istismarda bulunduğu veya şiddet uyguladığı belirlenen bir öğretmen için Milli Eğitim’in yaptırımı onu sürmektir; olayın adliyeye taşınmasını aileler de pek çok nedenden dolayı istemeyebiliyor ve o tacizci, dayakçı öğretmen başka çocukların öğretmeni olarak devam ediyor hayatına (bu tür insanların gönderildiği okullarda, evet özellikle de Kürt illerinde, köylerindeki okullarda okuduğunuzu düşünün… acınız, hıncınız çifte kavrulmaz mıydı?
Milli Eğitim Bakanlığı’nı ve devleti, çocukları cinsel istismardan korumadıkları, devamına göz yumdukları hatta olayı örtbas ederek tacizi resmen teşvik ettikleri için mahkemeye versek, haklı olur muyuz? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden trilyon kazansak, çocukluk tamir olur mu?)
Her şey örtbas edilirken “çocuğun cinsel istismarı” suçundan ceza almak zor, ama bu yüzden hapse girenlerin de, cezaevinden girdikleri gibi çıktığını unutmamak lazım. Hapis cezası bu insanlarda davranış değişikliği yaratmak bakımından hiçbir işe yaramıyor şu haliyle. Çocukları istismardan korumak için yapılması gereken en önemli şeylerde biri de, faillerin davranışını değiştirecek tedbirler almaya çalışmak, psikolojik tedavi gibi, rehabilitasyon gibi, çocuklarla yakın çalışmalarını engellemek gibi…
Bu yazıda sadece çocukları tacizle karşılaşmadan korumak üstüne bildiklerimi ve düşüncelerimi yazmaya çalıştım. Tacize uğrayan çocukları, adli süreçleri anlatmadım. Devlet koruması altına alınmak ne demek, peki fail ne olacak, gibi daha pek çok şey var üstünde durulması gereken. Şu basit yazıyı yazmak 1 saatten az sürdü, derleyip toparlamak için buna geri dönmek ise bir ayımı aldı: zor, düşünmesi, konuşması, yazması zor. Ama vazgeçemeyiz ki bununla uğraşmaktan…
Çocukken ve daha sonra cinsel istismara uğrayanların sesini duyuran, iyi gelen bir blog (Ali’nin blogu) için tıklayınız.
Türkiye’de Ensest Sorununu Anlamak araştırması için tıklayınız.
* Cinsel istismarı anlatan Hayattayım blogunu yapan Ali ile yazışıyorduk. Bu yazıyı yazdığımı söylemiştim, “gönder gönder, okurum” demişti bana. Geç kaldım. Hasta olduğundan haberim yoktu. Ali, cinsel tacizle ilgili görsellerin hep çaresizlik anlattığını söylüyor, güçlendirici bir görsel malzeme istiyordu. Ona öyle bir resim çizeceğimi söylemiştim. Neden mesajıma cevap vermiyor diye düşünürken, tesadüfen öğrendim artık hiç tanışamayacağımızı. Bu yazının resmi, Ali’ye söz verdiğim resimlerden biri. Cinsel istismara uğrayanlar için en iyi işlerden birini, Ali Arıkan yaptı.
Yazarımız Zeynep A.’nın yazısı daha önce kendi blogunda yayımlanmıştır.