Her ne kadar kitaplar, “yüzükoyun yatırmayın” dese de kızım yüzükoyun yatmaya bayılıyor ve hemen uykuya dalıyor. Hiç kitabi değil durum; kusma, aspire etme ve boğulma riski var. Bu durumdan o kadar rahatsızım ki solunumu takip eden ev tipi apne monitörü araştırması içindeyim ama yine baba tarafından engelleniyorum. En sonunda yaptığımız; uykusu iyice derinleşene kadar başında bekliyor, sonra çeviriyoruz. Kendi dönebilmeye başladıktan sonra da nasıl yatırırsak yatıralım, yüzükoyun pozisyonda bulduk. Buradan her çocuk yüzükoyun yatabilir mesajı çıkmasın. Diyorum ya; her çocuk farklı…

Tabi buradan “güzel güzel uyudu” mesajı da çıkmasın. Şu anda 15 aylık olmamıza rağmen hala gecede 2-3 kez uyanıyor. İlk aylar da gaz sancılarımız oldu, hiçbir gaz sancısı ilacına inanmadığım için denemedim bile. Biliyordum ki uykusuzluktan bitap düşen annelere ne dersek diyelim, onlar çeşitli gaz ilaçlarını denerler. Genelde kendiliğinden düzelme zamanı olan 3-6 ay arası sorun ortadan kalktığında o sırada kullanılan ilaç kahraman ilan edilir. Peki ama ne yapacaktım o zaman? Poliklinikte her hastaya şakıyan ben, lal oluverdim (Annelik çipi stres altında doktor çipini inaktive eder!!!). Evde kolik CD de çaldık, ninni de söyledik, hayır, dememe rağmen anneanne tarafından sallandık bile. Hastaların arabada, fön makinesi ya da elektrik süpürgesi ile sakinleştiklerini ve benim kolik ağrıyı ailelere açıklarken bu yöntemleri önerdiğimi hatırlamam epey geç oldu. Bir gece uyandığında fön makinesini açtım ve 5 dakika sonra Deniz uyumuştu. Kendime epey bir söylendim. Uzun bir süre bu şekilde uyudu. Daha sonra ben ninni söylerken ve en son durumumuz: Bir ninni CD’miz var, kızımız öpüp yatağa yatırıyoruz, sabah yanına geleceğimizi söylüyoruz, odamızı zifir karanlık yapıp ninnimizi açıp odadan çıkıyoruz, %90 kendiliğinden 20 dakika içinde uyuyor. Diğer günler de bizimle oynamaya doyamadığı günler ki tolere edilmeyecek gibi değil…

Peki ya kundak?

Klasik olarak pediatri eğitiminde öğretilen bilgi, “kundak yapmayın, kalça çıkığına sebep olur”dur. Yıllarca bu bilgi nasıl işlediyse tıp eğitimize ve sonucunda halka, mecburi hizmet de dahil olmak üzere yılda 1 bilemedin 2 kundaklı bebek görür olduk. Deniz eve geldiğinde de anneanne ve babaanneler “kundak yapalım” dediler. Çok itiştik. Fakat tekrar uykuya dalma süreleri 1 saate kadar uzayınca pes ettim. Bayağı bir araştırmadan sonra sadece kollarını saran bir kundak yaptık. Sonuç süper: en az 3 saat uyumaya başladı. Doğumdan sonraki 3 ayda bebekler kol kontrolünü henüz kazanamıyorlar ve anne karnında yüzüyormuş hissiyle bilinçsizce hareket eden kolları kendisine çarparak uyanmalarına sebep oluyor. Oysa bağladığınızda hala rahimde duygusunu yaşıyor. (Birçok kaynaktan edindiğim açıklamanın özeti bu). Annelere ilk 3 ay üst kundaklama öneririm, internette bununla ilgili çok güzel ürünler de var.

Altı ay civarı kızım çok fazla kulağıyla oynuyor, sürekli bir çekiştirme. Bir otoskop ayarlayıp kulağına ve baştan aşağı her yerine bakıyorum.

İç sesim: -Bir patoloji yok annesi… Başka bir derdi mi var acaba?

Prolaktin hormonu olmasa ve ben poliklinikte bu yakınmayla gelen hastanın annesine muayene sonrası ne derdim?

– Kulaklarında sorun yok ama diş çıkma döneminde, diş kaşıntı ve ağrıları kulakta hissedilir ve çocuk sürekli kulağını kaşır.

Tüm meslek hayatım boyunca bu konuşmayı her gün en az 2-3 kez yapmışımdır sanırım. Ama kendi çocuğun olunca pediatrist kafası sadece hastalık düşünebiliyor…

Eşim, “bu çocuğun bir doktoru yok” diyor; ben de “ben doktor değilim, anneyim” diye haykırdığımı hatırlıyorum.
Doğumdan sonra epey yeni kitap okudum, tıp kitabı olmayanları tercih ettim. Ancak kitaplarda şöyle bir sakınca gördüğümü söylemeliyim. Kitaplardaki öneriler bazen çocuklar için, çoğunlukla anne babalar için iyi olduğu söylenen şeyler. En popüler başlıklar: Bebeğiniz nasıl deliksiz uyur? Evet büyümesi için deliksiz uyuyması gerekir ama bebekler 45 dakikalık döngülerle uyurlar ve uyanmaları doğaldır. Şimdi evlerden uzak kalsın; Ferber -ağlatma- yöntemi bebek için mi iyidir, anne-baba için mi? Ben hala gece sık sık uyanabilen bir çocuğa sahip olmama ve yasal iznimden hemen sonra çalışmaya başlamama rağmen kızımı hiç ağlamaya bırakmadım. Bu yöntemi hiçbir zaman da insani bulmadım.
Yemek konusu ayrı bir soru işareti oldu. Biz Deniz’i 5 aylıkken ek gıdaya başlattık. İlk 1-2 damla elma suyunu tadarken o kadar öğürdüki, midesi dışarı çıkacak zannetim. Sonraki 1-2 deneme de başarısızlıkla sonuçlandı. Diğer meyva sularından da hiç hoşlanmadı. Yoğurttan nefret etti. İlk sebze çorbasını ise ağzını şaprıdata şapırdata yedi. Şimdi bu durum değişti. Nasıl ki ben tüm üniversite hayatım da dahil olmak üzere barbunya, bamya ve pırasadan nefret ettim ama şimdi bayılıyorum, Deniz de bu yemediği yiyecekleri şimdi daha güzel alıyor. Yiyeceklerle ilgili olarak tad tomurcuklarında bir olgunlaşma oluyor. Sevmediği yiyecekte hiç ısrar etmeyip belki 1-2 ay sonra denemek en doğrusu. Kesinlikle olumlu sonuç elde ediliyor.

Tabii bu yiyeceklerle ilgili önerileri bir daha sorgulamayı ihmal etmedim. Biz doktorlar ne diyoruz?

“Meyve suyu için cam rende kullanın”
“Neden?”
“Vitaminleri daha iyi muhafaza eder”

Bizim medikal arama motorlarımızda, Google Scholar da dahil olmak üzere internet kaynaklarında ve kitaplarda buna dair bir tane çalışma yok. “En azından 100 tane elmayı cam rende ile rendeledik, 100 taneyi çelik rende ile hazırladık, sonra vitamin içeriğine baktık, vitaminler acaip farklı çıktı” gibi birşey… Yok… Annem 64 yaşında; bana aynı öneride bulunuyor. Demek ki en az 40 yılı var bu bilginin, hatta daha eskilerde de var. Çelik mutfak aletlerinin tarihçesine bakıyorum. O da 40 yıldır. Ben 7-8 yaşındayken hayal meyal herkesin eve yeni çıkmış olan çelik tencere setinden almaya çalıştığı hatırlıyorum. O kadar değerli birşey ki, tahta kaşık dışında bir şeyle iş yapsan, kaşığı kafana yersin. Gayet net hatırlıyorum: herşey aluminyumda, bakırda ya da çömlekte pişiyor ondan önce…Vitaminlerin düzey ölçümlerinin 1950’li yıllarda başladığı da biliniyor. Ve 1940’lara kadar taramama rağmen “çelik rende cam rendeye karşı” hakkında bir tane bile çalışma bulamıyorum. Bu durumda bu öneri tamamen bir şehir efsanesi gibi duruyor(Belki hocalarımızın bildiği, biz internet çocuklarının bilmediği çalışmalar vardır). Aklıma gelen ihtimal şu; camdan önce bakır ve aliminyum seçeneği toksik minerallerin bulaşmasına sebep olduğu için önerilmiş bir durum olabilir. Ya da bakır, demir ve çinko gibi eski aletlerde bulunan elementler Vitamin C’nin etkinliğini değiştirdiğinden zamanında söylenmiş ama yenilenmemiş bir bilgi olabilir. Ama bilimsel gerçek şu ki çelik, mutfak eşyaları içinde vitamin içeriğini pişirirken en iyi koruyan malzeme. Meyva püresi ne kadar süre havayla temas ederse o kadar çabuk vitamini kaybeder ve ben çelik rende ile cam rendeden daha çabuk püre hazırlıyordum. Çocuk da zaten püreyi cam kaşıkla değil çelik kaşıkla yiyor.

Arkadaşımın benimle aynı gün doğum yapan çocuğunda yemek problemi var. Esas sorun benim kızıma benzer şekilde iştahlı bir çocuk değil, hem de blendırdan geçmemiş hiç bir şeyi yemiyor. Bu nedenle konunun uzmanına gittiler. Doktoru ben tanıyorum, çocuğu yok. Hayatında hiç bebek beslemiş midir bilmiyorum. Arkadaşıma çok sert bir dille blendırı atması gerektiğini, yoksa hiç bir zaman katı gıda ile beslenmeyi öğrenemeyeceğini anlatmış. Biraz hırpalanmış şekilde beni aradı, “24-36 saat bir şey yemediğini, pütürlü herşeyi kustuğunu” söyledi. Bu çocukta ısrarcı olmak, çocuk için mi iyidir anne baba için mi? Ya da herhangi bir kişi için iyi midir? Blendırla ezilmiş yemek yiyen bir erişkin hiç görmedim, demek ki herkes er ya da geç birgün öğreniyor. Burada dengeler, sizin sabrınız, çocuğunuzun iştahı, dişlerinin çıkması gibi durumlarla kesişiyor. Ben kızım yemediği yada yedirdiğimi kustuğunda ağlamayı daha yeni bıraktım. Ne kadar çıldırtıcı olduğunu bilirim. Biz çatalla ezmeyi, cam rendeyi, tel süzgeci hepsini denedik. Blendırı da denedik. Bazen hepsini aldı, bazen hiçbirini. Büyüme dönemlerinde daha iştahlı olduğunu gördük. 2 gün isteksiz olup 3. gün dolu dolu yiyebiliyordu. Ya da 15 gün kavga ile yiyip 15 gün herşeyi ağzına götürüyordu. Biz (annem ve benden oluşan “baby food team”) yiyecekleri blendırda ilk başta 2-3 dakika, daha sonra 1-2 dakika, sonra 1 dakika çevirdik, en son bir potato smasher ile ezdik. Deniz yavaş yavaş hepsine alıştı. Şimdi küçük köfte, balık, muz ve bisküvi parçalarını diliyle çevirip yutabiliyor. Bu nedenle “blendır yasak” diyerek zaten çocuğunu yediremediği için stresten yanan bir annenin üstüne gaz dökmenin anlamını kavrayamıyorum. Gergin geçen beslenme saatleri daha da bir korku filmine dönmemeli. Her çocuk ve anne farklıdır. Her ev farklıdır. Gözlem yaptıktan sonra bir öneride bulunmak daha doğru. Her hastayı ve çevresini standart önerilerle donatmanın faydası yok. Onkolojide en sevdiğim ve inandığım yöntemlerden biri “tailored therapy”dir. Kişiye özel tedavi; doktordan kişiye özel öneriler… Anne babadan çocuğa özel yaklaşım… Çocuk psikiyatristi arkadaşımın dediği gibi “iyi bir ebeveyn-çocuk ilişkisi çocuğun karakterini olduğu gibi kabul ettikten sonra başlar”.

Bu yeme içme durumuyla uyumlu olarak büyüme gelişme de kitaplardaki gibi gitmiyor tabii ki. “Yemiyor, kilosu düşük, persantili düşük; 2 sd düştü” gibi endişelerimin olduğu dönemdeki resimlere şimdi bakıyorum, bayağı tombikmiş kızım. İşte o dönemde 2.5 ay 1 cm uzamayan çocuk 1 ayda 6 cm uzuyor. Bu durum hiçbir kitapta yazmıyor. Sağolsun eskiler çok güzel diyor; “baharda çocuk boya gider”.

“Bizim kara kitap Nelson’da kaç hastalık var?” diye hesap yapıyorum ve bunlardan birine çocuğun yakalanmama ihtimali yokmuş gibi geliyor. Hani hasta olmak ihtimali milyonda bir değilde olmamak milyonda bir gibi. Yani bende balatalar yanmış durumda. Tüm bunların üstüne kızım ara ara tüm vücuduyla titriyor. En korktuğum şeylerden biri, acaba nöbet mi geçiriyor. Hemen videoya çekiyorum, nörolog arkadaşa gönderiyorum. O da benim gibi psikopat bir baba; “herşey olabilir, hiçbirşey olmayabilir” şeklinde temkinli ve –içime su serpici !!!- bir açıklama yapıyor. Kendi hocam ve iş arkadaşım olan kızımın doktoruna danışıyorum. Onun da 8 ay hiç susmamış, gözlerinden ağlamaktan gerçekten kan gelmiş bir kız büyütme hikayesi var. “Bahar, hiç korkma, bizim kız ilk yaptığında, bundan aşırı ağlama/kolik var, bir de titriyor, kesin West sendromu (epilepsinin bir çeşidi) oldu demiştim, tüm pediatri kitaplarını okudum, hiçbirinde yok, bir yerde rastladım, idrar yapma titremesi” diyor, rahatlıyoruz. Aradan 1 ay geçinde kızımın halası geliyor ve Deniz titrediğinde “Aaa, Bahar bu çiş yaptı, bezini değişelim” diyor. Ah halası, sen neredeydin bunca aydır…

Sonuç olarak;

İyi bir psikiyatrist olmanız için şizofren olmanız gerekmez ama tam bir çocuk doktoru olmanız için ebeveyn olmak iyidir. Çünkü her ne kadar sorumlu olduğumuz kişi çocuk olsa da, anlamak zorunda olduğumuz kişiler anne ve babalardır.

Bu yüzden bir hasta yakının istediği kadar saçmalama ve soru sorma hakkı vardır; ben ki bu eğitim ve tecrübeye rağmen bebek karnımda hıçkırırken “bebek havale geçiriyor” diye yorum yapmışsam, hastanın da damarı damar üzerine binebilir.

Bütün bunların içinde enterasan olan kalın kalın tıp kitaplarında anne babaların aklına gelen sorulara dair hiçbir pratik bilgi yer almamasıdır. Ya da benim gibi şanslıysanız; yılların doktorları; ustalarınızla çalıştıysanız onlardan öğrenebiliyorsunuz. Tıp eğitimimin usta-çırak ilişkisinden çıkıp kitap-test-algoritim kimliğine bürünmesi bu açıdan çok sakıncalı. Artık bu tür bilgilerin çoğu, internette bu durumdan daha önce geçmiş kişilerin bloglarında yazılıyor. Çocuğunuzun yüzü mü yok? Korkmayın binlerce annenin de doğumdan önce yoktu, doğumdan 5 dakika önce oldu.

Önceki yazılar
Çocuk doktorunun çocuğu olunca 1: “Yüzü vardır çocuğun kızım, yüzsüz mü olacak”
Çocuk doktorunun çocuğu olunca 2: “Bu kötü günümde beni büyükbaş yaptılar”