Ben Melike Koçak. anne karnından beri okullardayım. Dört yaşımda okula başladım. Edebiyat nereye kaçmıştı, hiç anlayamamış olsam da Uludağ Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nü bitirebildim. 17 senelik edebiyat öğretmeniyim. Devlet okulunda başladığım öğretmenliğe özel kurumlarda devam ettim. Beş sene Uluslararası Bakalorya Programı’nda çalıştım. Edebiyat eğitimine dair çeşitli sempozyumlarda sunum ve atölye çalışmalarında eğitmenlik yaptım.
Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi’nin “Eğitimde İyi Örnekler Konferansı”nda üç sene süresince hakemlerden biriydim. Ankara ve İzmir Öykü Günleri’nde, İzmir Tüyap Kitap Fuarı’nda öykü, öykücüler, Divan Edebiyatı üzerine konuşmalar gerçekleştirdim. Adam Öykü, İmge Öyküler, Sıcak Nal, Notos, Birikim, Kitap-lık, Amargi, Cin Ayşe Fanzin, Bir+Bir, Bianet, Cumhuriyet ve Radikal Kitap eklerinde öykü, eleştiri, deneme yazıları yayımladım.
Cemil Kavukçu öykülerine dair benim ve başkaca yazarların yazılarımızın yer aldığı “Beşinci Pencere” adlı kitabı hazırladım. “99 Beyit / Divan Şiirinden Beyitler, Çözümlemeler, Yaklaşımlar” adlı kitabın üç yazarından biriyim. Bu her iki kitap Can Yayınları’nan yayımlandı. Akademinin içinden geçtiği bir edebiyatla pek barışamadım; yüksek lisans ya da sonrasını yapmadım.
Ben, 37 senedir ilk kez bu sene eylül ayında okula gitmeyeceğim. Son 5 senedir çalışmakta olduğum Notre Dame De Sion Fransız Lisesi’nden 29 Haziran Pazartesi günü bana ulaşan bir tebligatta yazana göre “görülen lüzum üzerine” işten çıkarıldığımı öğrendim. Evim, okulun paralelindeki sokakta. Vatikan Elçiliği ile NDS arasındaki yoldan önce sağa sonra sola sonra tekrar sağa yürüdüm. Mahalle kahvemize gittim. Sade bir kahve içtim.
Tatil başlamıştı. Üç dört gündür iş/okul maillerime bakmamıştım. Acaba bir mail gönderilmişti de ben mi görmemiştim? Allah Allah, maillerim erişimime kapanmıştı! E, ama benim akademik, entelektüel birikimim, öğrencilerimle paylaşımlarım, düzenlediğim etkinlikler, çalışmalar hakkında okul dışı yaptığım yazışmalar, kurum içi bilgi, tartışma yazışmaları, videolar, fotoğraflar… Hiçbirine ulaşamıyordum! Oysa sözleşmemin bitimine henüz iki ay vardı. Kimden, neyi, neden kaçırıyordu okul?
Fransız Müdür ve Türk Müdür Baş Yardımcısı tarafından ertesi gün için görüşmeye çağrıldım. “Görülen lüzum”ları öğrenecektim. Zira 5 sene içerisinde ve son bir sene herhangi bir konuda yazılı uyarı almamış, herhangi bir gerekçeyle soruşturma geçirmemiştim. Bunu başka okullarda da yaşamamıştım. Şimdi okullar kapanmıştı. Ortada “kötü bir niyet” yoksa özel okullar nisan, en geç mayıs gibi görüşmeleri yapar, öğretmen kadrolarını tamamlardı. Kaldı ki burası yabancı bir özel okuldu. Tarihinde, sözleşme yenilemeyeceğini temmuzda söylediği pek görülmemişti. Bizler, bahar sıkıntısını iyi bilenler olarak yabancı okulları bu açıdan örnek gösterirdik. Özel okullar dünyasında mayıstan sonra hele temmuzda iş bulmak mümkün değildir. Bu, sadece maaşıyla geçinenler için bir senelik asgarisi bile çokça olan temel giderlerin kocaman soru işaretine dönüşmesi demektir.
17. senemde böyle bir kurumdan ve son dakika haberi olarak işten çıkarılmam için ne olmuş olabilirdi?
Söz konusu vak’ayla ilgili basında okuduğum bazı bilgiler, açıklamalar, NDS’nin öğrenci, veli, öğretmen ve mezunlarına gönderdiği eksik ve yanlışların olduğu bir iç yazışmanın bir gazetede beraberinde benİm konuyla ilgili görüşlerime yer vermeden yayımlanması ve kişilik haklarımın zedelenerek kamuoyunda hedef haline getirilmem, o güne kadar kişisel sohbetlerim dışında hiçbir basın açıklaması, röportaj yapmamış/yapmama kararı olan beni, Cumhuriyet gazetesinin 11.07.2015 tarihindeki ve İMC TV’nin 13.07.2015 tarihindeki röportaj tekliflerine olumlu yanıt vermeye mecbur bıraktı.
Zira söz konusu mailin yayımlanmasından bir önceki gün aynı gazetede çıkan haber, o gazeteye beyan verdiğim izlenimini yaratmaktaydı. Ancak bir beyanım yoktu. Eğitim meseleleri hakkında daha önceki dönemlerde benimle iletişim kuran gazeteci arkadaşla sohbetim, beyan olarak algılanmış ve aktarılmıştı. Kendilerinden düzeltme talep ettik, anlayamadığımız gerekçelerle düzeltme yapılmadı.
Görüşme başlıklarına dair aşağıdaki açıklamalarım iki açıdan önemlidir:
1. Köklü bir kurum olan NDS’nin güçlü ve yapıcı yanlarını koruması; sadece fiziki açıdan değil sosyal, kültürel, entelektüel, pedagojik, akademik açıdan da öngörülü davranarak çağı yakalaması ve bununla yetinmeyip ileriye de taşıyacak adımlar atması; daha yeni, yaratıcı, başka ve çağın özgürlük, demokrasi, eşitlik çıtasını yükseltecek uygulamarı hayata geçirmesi; kurum içinde hiyerarşik olmayan ilişkileri inşa edebilmesi ve böylelikle çokça önem verdiğini her fırsatta dile getirdiği çoğulcu yapısını güçlendirmesi açısından.
2. Yaşanan durumun parçalı yapısının, katmanlarının görülmesi; bana yönelen “suçlayıcı” ve oldukça ağır, muğlak bazı iddialara, 29’undan bugüne ve arkasındaki uzun 5 seneye dair açıklık getirmesi açısından.
Görüşme esnasında öne sürülen gerekçeler bana bildirilen sırayla şöyle:
1. “Tavuskuşu” Fanzin.
2. “İstanbul’un Çeri, Çöpü, Sesleri” sergisi.
3. “Siz 12 Eylül öğretmeni olabilirsiniz, ben bunu olmayı kabul etmiyorum.” cümlem.
1. “Tavuskuşu” Fanzin.
Fanzin, maddi kaynaklardan ve hiyerarşik yapılardan uzak, alternatif yayın biçimidir. Fanzin hiçbir ücret talep edilmeden dağıtılır. Dileyen, destek olabilir. Tavuskuşu’yla iddia edildiği gibi hiçbir organik ilişkim yoktur. Tavuskuşu fanzinin okul tarafından basılması için okula herhangi bir başvurum da olmamıştır. Bu çalışma benden, okuldan bağımsızdır. Böylesi bir çalışma için öğrencielrin bir öğretmene ihtiyaçları da yoktur. Bu fanzin okul öğrencilerinin başka okullardan arkadaşlarıyla, okul ismini kullanmadan, okul dışında hazırlayıp bastırdıkları bir fanzindir. Bir sene içerisinde 4 sayı basılmıştır. Öğrenciler fanzini çeşitli kitapçılara bırakmışlar, arkadaşlarıyla ve biz öğretmenleriyle paylaşmak için okulda dağıtmışlardır. Dağıtım işlerinin planlanması ve uygulamasıyla da bir ilgim yoktur. Her tür akıl, entelektüel katkı, emek, çaba kendilerine aittir. Kadına şiddetin konu edildiği 4. sayı da diğer sayılarda olduğu ve okulun diğer öğretmenlerine verildiği gibi bana da öğrencilerce verilmiştir.
Hatta çoğunluğu Tavuskuşu ekibinden oluşunan bir grup öğrenci, yanılmıyorsam nisan-mayıs ayı içerisinde okulda öğle tenefüslerinde Toplumsal Cinsiyet Atölyeleri yapmıştır. Sadece birine katılabildiğim bu çalışmalarda, fanzinin son sayısında okuduğum metinlerdeki konuları tıpkı fanzindeki gibi konuşmuş, tartışmışlardır.
Fanzin, öğretmeni olduğum Edebiyat Atölyesi’nde başlanan ve zamanla atölye dışından öğrencilerin de gönüllü olarak katıldığı, öldürülen kadınların ağzından yazdıkları topluma seslenen mektuplardan bazılarını son sayılarında basmıştır. Buradan hareketle fanzinle aramda ilişki kurulmaktadır. Bu zorlama ilişkiye açıklık getireyim:
Söz konusu mektuplar, Özgecan Aslan cinayetinin ardından belirttiğim gibi liselilerce yazılmıştır. Bir kapak ve çizimlerle broşür/dergi halinde basılması için okula tarafımdan sunulmuştur. Dikkat: İdareye sunulan, Tavuskuşu fanzin değildir. İdare, sonuçla ilgili bana bilgi vermeden önce, mektupları başka bir öğretmene -de- (Kim olduğu bilgim dahilinde değil.) okutmuş, bunu bana maille bildirmiştir. İdare, yazar/öğrencilerden bazılarına ve bazı öğretmen arkadaşlara mektuplarla ilgili kaygıları olduğunu, bazı metinleri çok “içselleştirilmiş” bulduğunu, çocuklar adına endişelendiğini, bunların basılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Kendisiyle görüşülen öğrenciler ve öğretmen arkadaşın bana söylemesiyle tüm bunlardan haberim olmuştur. Hem bu bilgiye dayaranarak hem de daha önceki senelerde yaptığımız “Kargalar Vak Dedi” adlı fanzindeki “bok” kelimesine, çıplak beden çizimlerine müdaheleyi/”sansür”ü ve atölye olarak dergiyi basmama kararı alışımızı, bu sürecin her iki taraf açısından sancılarını hatırlayarak idareye, görüşmeye gerek olmadığını, meseleyi anladığımı idareye belirttim. Anladığımın doğru olduğunu da öğrendim. Durumu çocuklara aktardım. Mektuplar basılmadı. Kadın cinayetlerine dair yazılan mektuplarla ilgili okuldan, başka hiçbir talebim olmadı.
Mektuplar da çizimler de sahiplerine aittir, istedikleri yerde yayımlama hakları vardır. Buna dayanarak kendilerine çalışmalarını ne yapacaklarına ya da yapmayacaklarına dair bir görüş belirtmeme ihtiyaç yoktur. Böyle bir hakka sahip de değilim. Söz konusu çalışmaların bir kurum tarafından basılmaması, yayımlanma imkân ve ihtimallerini engellemez. Engelleyecekse bile burada benim bir söz hakkım yoktur, olması mümkün değildir. Yazar ve çizer çocuklardan isteyenler, Tavuskuşu’nun da geçtiğimiz on beş günde belirttiği gibi kadına şiddet meselesine dikkat çekmek için kendi yayın araçları olan fanzinde mektuplarını yayımlamışlardır. Zira eser önce, yazana, sonra da IL Postino’da söylendiği gibi “ihtiyacı olana aittir”.
Okulun benimle yaptığı görüşmede hem Tavuskuşu fanzinin son sayısının içeriğine, diline hem mektupların yayımlanmasına müdahele etmediğim, kullanılan dilin okulca kabul edilebilir olmadığı; feminizm, kadın, beden, toplumsal cinsiyet gibi meseleleri çalışırken belirli “sınırlar” koymam, “gerektiğinde” çocuklara müdahale etmem benden talep edilmiştir. Benim böyle davranmayarak kurum politikasına uymadığım iddia edilmiştir. İddiaların temel dayanağı, dahil olmadığım Tavuskuşu fanzindir.
Öte yandan okula da söylediğim gibi yazılar üzerinde çocuklarla çalışıyor olsaydık da “yasak”, “ayıp”, “günah”, “olur/olmaz”, “uygun/değil” ifadelerini kullanmaz; farklı dil ve anlatımla kurgulanmış metinler üzerinde çalışır, kendi dillerini bulmalarına eşlikçi olurdum. Nasıl anlatacaklarının kararı elbette yine kendilerine ait olurdu. Edebiyat öğretmeni olarak, edebiyatçı olarak tercihim doğru ya da yanlışı dikte etmek değildir ki edebiyatta, hele hele yazarken tek bir doğru ya da yanlıştan söz edilemez. Edebiyat eğitimi/edebiyat çocuğun aklının, bakışının, dilinin, kalbinin, yaratıcılığının önündeki engelleri, bariyerleri kaldırmasının, kilitleri açmasının bir aracıdır her şeyden önce.
Saffet Murat Tura’nın dile getirdiği ve 9. sınıfın ilk derslerinde hep tartıştığımız gibi, “Edebiyat, iktidarın maskesini düşürür.” Burada, bir metafor olarak iktidar dallı budaklı kocaman bir yapıysa eğer edebiyat hepsiyle hesaplaşma, yüzleşme aracıdır. Bir öğretmenin yapması gereken, buradaki yolları tıkamak değil ne pahasına olursa olsun yol açıcı olmaktır. Aksi yöndeki eğitim, yaklaşım edebiyata dair bilgileri boca etmektir. Ancak ben ne google’ım ne wikipedia ne LYS test kitabı!
Tavuskuşu fanzin benim eşlikçiliğimde bir edebiyat atölyesinin ürünü olsaydı yine sert, irrite edici, şiddeti yüksek bir fanzin olabilirdi. Aksi, çocukların duygularına, dillerine, bakış açılarına, yaratıcılıklarına, aklına ket vurmaktır. Edebiyat estetiği açısından başka bir ton tutturulmuş olunabilirdi, ama bu da doğru ya da yanlış tonun belirtilmesiyle değil, yapılan çalışmadan sonra çocukların kendi tercihleriyle ortaya çıkacak bir ton olurdu.
Söz konusu görüşmede ve şu an bunları yazarken elbette çok yaşasın edebiyat çok yaşasın çocuklar ve fanzinleri diyor; çocukların okuma, düşünme, eleştirme ve ifade etme özgürlük ve haklarını her koşulda sonuna kadar savunuyorum. İyi ki fanzine dahil değilmişim; bu kadar güzel bu kadar kendileri olmayabilirdi. Edebiyatla kurulan ilişkinin böylesine güçsüzleştiği bu ülkede ve bu çağda çocukları kalemlerinden öpüyorum.
2. “İstanbul’un Çeri, Çöpü, Sesi” Sergisi
Edebiyat Atölyesi kulübü öğrencileri tarafından kasım ayından itibaren“İstanbul’un Çeri, Çöpü, Sesi” adlı sergi için çalışılmıştır.
Sergi malzemlerinin bir kısmının korunması için yer talep edilen görüşmede okul müdür baş yardımcısı sergilenecek çalışmaları görmeyi, “kontrol etme”yi istemiştir. O esnada birkaç cümleyle verilen bilginin yeterli olmadığı, asılacak/kullanılacak ürünlerin görülmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu, benzer çalışmalarda daha önceki benzeri deneyimler de hatırlanarak Edebiyat Atölyesi’nde çok olumlu karşılanmamış, kararsız kalınmıştır. Nasıl bir çözüm üreteceğimize dair öğrencilerle konuşurken ve çözüm üretmeye çalışırken sergi belirtilen tarihe yetişmemiştir. Sergideki son duruma dair idareye herhangi bir geri dönüşümüz olmadan, karşılıklı teyit alma/verme gerçekleşmeden sene sonu çalışmalarının yer aldığı davetiyeye serginin de dahil edildiği gönderilen mailde görülünce, serginin henüz bitmediği, “kontrol” için ürettiğimiz çözüm gereğince bir sonraki seneye kalmasını istediğimiz idareye belirtilmiştir. Çözümle ilgili yöntem konusunda da bilgi verilmiştir. Bu da eylül ayı içerisinde sergiye dair bir sunumun önce idareye sunulması “uygun” görülürse serginin açılması şeklindedir.
Ancak bu, serginin yapılmayacağı, iptal edildiği şeklinde algılanmış. Tırnak içindeki uygun kelimesi sorun haline getirilmiştir.
3. “Siz 12 Eylül öğretmeni olabilirsiniz, ben bunu olmayı kabul etmiyorum.”
Ders yılı sonunda, karneler verildikten sonra -ben işten çıkarıldığımı öğrenmeden yaklaşık 3 hafta önce- yapılan ve gelecek senenin işlerinin planlandığı, altı edebiyat öğretmeninin daha yer aldığı son zümre toplantısında yukarıdaki iki madde okul müdür baş yardımcısı tarafından gündeme getirilmiştir.
Kadın cinayetlerinin neden politik olduğu, bu konularda neden bu kadar ısrarcı olduğum, çocukları “gerektiğinde” neden engellemediğim, sınırlandırmadığım, durdurmadığım, genel olarak yazı vb. çalışmalarda idarenin kontrolünü neden doğru bulmadığım, kabul etmediğim… gibi sorular tarafıma yöneltilmiş; bunlara dair edebiyat, sanat, yaratıcılık, özgürlükler bağlamında ya da pedagojik bağlamda yaptığım açıklamalar dikkate alınmamış, eğitim politikaları, edebiyat, düşünce ve ifade özgürlüğü temelli bir tartışma olarak değerlendirilmemiştir. Bu da basında yer alan okul içi yazışma mailinde “okul idaresini hiçe sayan”, “idarenin tüm meşruiyetini ortadan kaldıran” davranışlar hanesine yazılmış sanırım. Bilmiyorum. İddialar muğlak! Zira söz konusu yaklaşım her tür tartışma, eleştirme, değişme, dönüşme çabasını tehlikeli addederek baskılayacak, sınırları belirleyen olup o sınırların içinde kalınmasını talep etmek diyaloğu engelleyecek, iletişimden, karşı karşıya gelmekten, soru ya da görüş sormaktan kaçma/kaçınma duygusuna neden olacak, daha da ötesinde otosansürü dayatacaktır. Ki bunlar yabancısı olduğum(uz) durumlar değildir.
Ayrıca, benden beklenenin ayıp, günah, sansür, yasağı öğretmem olduğu, bunun 12 Eylül tarzı bir öğretmenlik olduğu, kendilerinin bunu tercih edebileceği, ancak benim böyle bir öğretmen olmadığımı söylemem okul müdür baş yardımcısı tarafından “hakaret” kabul edilmesi pek çok açıdan ironiktir. 12 Eylül suçlularının hiçbir şekilde yargılanmadığı Türkiye’de, 12 Eylül’ün faturası kurum tarafından yine 12 Eylül mağduru bir öğretmen çiftin çocuğuna kesilmiştir!
Edebiyat, sanat söz konusu olduğunda öncelikle çalışmayı yapanın söz sahibi olduğu, ilgili alanlardan kişilerin sürece dahil olabileceği, ancak özellikle alan dışı kişilerin idareci olsun ya da olmasın -görüş bildirmesinin değil- “kontrol”, “denetleme”” amacıyla görüş bildirmesinin doğru olmadığı tarafımdan belirtilmiştir. Örnek olarak, bir Fizik ya da Kimya projesi söz konusu olduğunda söz sahibinin alandan öğretmenlerin ve çalışmayı yapan öğrenciler olması gerektiği, okulda her alandan insanların yer aldığı bir etik kurul olmadığına göre, idarenin yapılan her çalışmayı “kontrol”ünün baskı, sansür, yasağı beraberinde getirdiği ve getirebileceği, böylesi bir tehlikenin olduğu, bu bağlamda iki sene önceki dergi çalışması hatırlatılarak açıklanmıştır. Ayrıca başka bir edebiyat öğretmeninin ya da edebiyat zümre başkanının elbette dahil olabileceği, bunda hiçbir sorunun olmadığı özellikle belirtilmiştir. Burada, okula yazar ya da şair çağırırken edebiyat bölümünün onay vermesinin esas alınması gibi çalışmalarda da bölümün söz sahibi olmasının daha doğru olduğu eklenmiş, çözüm önerilmiştir.
Söz konusu görüşmede bu üç madde dışında herhangi bir sorun belirtilmemiş, basında yayımlanan maildeki pek çok ifade tarafıma kullanılmamıştır. Kaldı ki yukarıdaki iki durumun haziran ayında yaşanması sebebiyle böyle bir tarihte karar aldığını iddia eden idare, basında yer alan mailde problem olarak ifade ettikleri ve anlattıklarıyla beş yıllık süreci esas aldığını açıkça göstermektedir. Hal bu ise, beş senelik süreç içerisinde ve son bir sene, tarafıma iletilmiş yazılı bir uyarı ya da herhangi bir sebeple geçirdiğim bir soruşturma yoktur.
Ayrıca unutulmamalıdır ki gerekçe olarak öne sürülen fanzinle ve serginin iptal edildiğiyle ilgili iddialar asılsızdır! Diğer iddia ise eleştirel bakışa, tartışmaya belirlenen sınırlar dışında açık olunmamasına ve hem mesleki hem yaratıcı çalışmalara alan dışı müdahele edilmesine itirazım olduğu için eğitim politikaları, felsefesi, pedaagoji ve tercihler bağlamında tartışılmalıdır. Atılma gerekçesi olması kabul edilebilir değildir.
Edebiyat, akademik, pedagojik çalışmalarımdan ve öğretmenliğimden gayet memnun olduklarını dile getiren okul idaresi, görüşme esnasında ısrarla sormama rağmen mesleki becerilerime dair hiçbir olumsuz eleştiri yapmamıştır
Yukarıdaki gerekçelerle aldığı işten çıkarma/sözleşme yenilememe kararıyla beni keyifle çalıştığım öğrencilerimden mahrum bıraktığı gibi; basında yayımlanan söz konusu maille hedef haline gelmeme, yaptığı açıklamayla beni ve öğretmenliğimi “marjinalleştirerek” etiketlenmeme, gelecek senelerde iş bulma koşullarımın oldukça zorlaşmasına sebep olmuştur.
Okul içerisinden bazı idareci ve öğretmenlerin iddia ettiğinin tersine, bu süreç bana ne “ün” ne “şöhret” sağlamıştır. Hangi alanda olursa olsun yaptığım hiçbir çalışmada ün, kariyer, şöhret beklentim olmadığını, en azından bunu bilmemeleri, mümkün değildir. İddialarının aksine, yarattıkları durum daha önceden yazdığım yazılarımın çeşitli sosyal medya araçlarında çarpıtılmasıyla hem mesleki hem edebiyat hem de kişilik açısından kararlanmamın yolunu açmıştır.
Öte yandan bizler, özel okullarda sözleşmeli çalışan öğretmenleriz. Sözleşmelerimiz senelik. Aynı kurumda kalınması halinde artık yenilenen sözleşmedir. NDS gibi yabancı özel okullarda pek çok kolejdeki gibi senelik zam “pazarlığı” görüşmeleri yapılmaz. Sözleşmeniz kendiliğinden yenilenir, okul kapanırken gelecek sene de çalışacağınızı bilirsiniz. Benim gibi. NDS’de çalışma isteğinizi ya da aksini yarı yıl tatilinde doldurduğunuz formlarda belirtmişsinizdir. Benim gibi. Çalışmak istemiyorsanız randevu talep edersiniz ki hem kurum hem çalışan mağdur olmamamlıdır. Tam da bu gerekçeyle Fransız öğretmenlerin sözleşmeleri nisan ayı içerisinde netleştirilir. Hiç kimseye sözleşmenin yenilenmeyeceği 1 Temmuz’da beyan edilmez. Ha, bir de karıştıranlar için, sözleşmeli öğretmenlikle sözleşmeli futbolcu olmak pek de aynı değildir.
Tam bu noktada işten çıkarılma gerekçeleri olarak belirtilenlere tekrar dönmenizi öneririm. Ha bir de en azından bir kez çalışan tarafından -da- bakabilmenizi!
Bazı kişilerce -sayılarının çok olmaması elbette sevindiricidir- söz konusu sürecin emeğimizin hakkını, mesleki onurumuzu, düşünce ve ifade özgürlüğümüzü, özgür ve özerk birey oluşumuzu koruma süreci olarak görülmemesi üzücü ve kaygı vericidir.
29 Haziran’dan sonra olayın basında yer almaması için gösterdiğimiz çabanın, uzunca bir süre diyalog kanalı arama, açma çabalarımızın dikkate alınmamdığı ve yaklaşık 10 günlük bu sürecin sonunda aşağıdakilerin son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Gelinen noktada:
1. Bu durum, özel okullarda çalışma koşulları, işe alım/çıkartma hususlarının yeniden ele alınmasının, çalışan lehine düzenlemeler yapılmasının zorunluluğunu tekrar hatırlatmakta: Bir emek mücadelesidir.
2. Edebiyatın, dilin, yaratıcılığın kimsenin tahakkümünde olmadığı, gerçek-kurmaca ilişkisi, yaratma süreçleri, yazarın yazdıklarında ne kadar yer aldığı/almadığı gibi sorulardan hareketle, okullarda edebiyat, sanat atölyelerinin gerekliliğini anımsatmıştır: Bir, düşünce ve ifade özgürlüğü mücadelesidir.
3. Özgür ve özerk bireylerin yetiştirilmesi için sadece fiziki koşulların yetmediğini, eğitim politikaları, pedagojik ve akademik tartışmaların, çalışmaların yapılmasının zorunlu olduğunu göstermiştir: Bir, özgür ve özerk eğitim mücadelesidir.
4. Okullarda her alandan öğretmen, farklı niteliklere sahip öğrenciler, okul personeli ve idarenin temsilcilerinin olduğu bir etik kurula ihtiyaç duyulduğunu, her tür çalışmanın, kararın yatay ilişkilerle inşa edilen bu yapılarda katılımcılığın esas alınmasıyla karara bağlanması gerektiğini anımsatmıştır: Bir demokrasi mücadelesidir.
5. İçinde bulunduğumuz toplum ve dünyanın gerçeklikleri, sorunları göz önünde bulundurularak bir planlama dahilinde okullarda öğretmen, idareci, öğrenci ve velilerle toplumsal cinsiyet, feminizm, cinsel yönelimler başlıklı çalışmalar yapılmasının gereğinin altını çizmiştir: Bir, kadınlık mücadelesidir.
Emek, düşünce ve ifade özgürlüğü, özgür ve özerk eğitim, demokrasi, kadınlık. Bir insan olma, haysiyet mücadelesidir.
Ömre can suyuymuş. Herkesin en az bir kere bu sudan içmesini dilerim.