60 yıl önce, Disney’in çektiği ilk Peter Pan animasyonu teatral bir prömiyer yapmıştı. Şimdi de bu prömiyerin 60’ıncı yılını kutlamak için bir Blu-Ray/DVD sürdüler piyasaya.
Oğlum Christopher anaokuluna giderken Peter Pan onun en sevdiği filmdi. Muhtemelen onu yatırmadan önce etrafında uçuyormuşum gibi numaralar yaptığım içindir. Disney bana filmi gönderdiğinde, sanki bir yandan da hadi şuna bir baba-oğul değerlendirmesi çek der gibiydi. İşte bu yüzden yazıyorum bu yazıyı…
Film olarak Peter Pan, bir çok döneme dair izleri iç içe taşıyor evvela. Bir kere, orijinal metnin yazıldığı Victoryen dönemin izleri zaten var, üstüne bir de 1950’lerin, yani filmin çekildiği dönemin beraberinde getirdiği kimi karakteristik özellikler var. Yalnızca, Amerikan yerlilerinin -ırkçılığa varan- bir duyarsızlıkla resmedilmiş olması değil, filmin kahramanının kadınlarla olan ilişkisi de pek düşünceli sayılmaz. Tinkerbell’in ölümcül kıskançlığı, denizkızlarının Wendy’yi taciz etmesi, Wendy’nin Kaplan Lily’ye yaklaşımındaki egzotizm arayışı… Ne ararsanız var…
Oğlumun ilk dikkatini çeken şeyse filmin müziği oldu. Şarkının adı “Following the Leader” (Lideri Takip Etmek). Kayıp Oğlanlar şarkıyı söylemeye başladıklarında Chris bana dönüp, “Hah, iyi fikirmiş. Git, sırf biri sana söyledi diye kavga et” diyerek dalga geçti. Oğlumla gurur duydum. Ona sık sık büyük filozof Bruce Springsteen’in şu sözlerini tekrarlarım: “Liderlerinize olan kör inancınız sizi öldürecek.”
“What Made the Red Man Red?” (Kızıl Adamı Kızartan Nedir?) şarkısına eşlik eden sahne de irkiltici. Duyduğum en ırkçı şarkılardan biri. Merakla Chris’e baktım yine. Oğlum yerinden fırladı: “Bu nasıl bir ırkçılık böyle!”
Peter Pan’da buna benzer öğeleri sıralamak kolaycılık olur. Bundan fazlası var. Film aynı zamanda heyecanlı ve renkli, çok komik ve eğlenceli bir sürü sahnesi de var. Teknik olarak da iyi bir yapım olduğu kuşku götürmez: Mary Blair sağolsun. Irkçı ve kadın düşmanı öğeler ayıklanabilse fıstık gibi bir film çıkar ortaya. Ama tabi…
Peter Pan, muhteşem bir hikaye, bütün o hayali imgelerin arasına serpiştirilmiş gerçek bir şeyler var orada. Hiçbir şey için değilse bile, çocuklara nasıl yavaşlayacaklarını ve tembellikten nasıl haz alacaklarını öğrettiği için etrafta dolaşmalı. Tam bir peri masalı, öyle de kalmalı.
Sonrasında filmden silinen parçaları da izledim. Doğrusunu söylemek gerekirse o sahneleri iyi ki kesmişler. Bakıp da, “Ah bu sahne keşke filme dahil edilseydi” dediğim tek bir parçaya bile rastlamadım.
Filmi bitirdikten sonra Christopher’a ne düşündüğünü sordum. Şöyle cevap verdi: “Fazlasıyla ırkçıydı. Bütün bunları daha küçücük bir çocukken kafama boca ettiklerine inanamıyorum. Ama gene de iyi bir film. En sevdiğim filmler arasında sayacağım yine.”
Anladım ki çocuklar onlara medyanın ya da ebeveynlerinin söyledikleri her şeyi kabullenmiyorlar öyle kolay kolay. Oğlum neyi ne kadar alacağına, ne kadarını reddedeceğine gayet kendi başına karar vermişti zaten, biz bu seansı yapmadan çok önce. Bu filmin, bu çocuğu ırkçı ya da kadın düşmanı yapması mümkün değil. Demek ki onların ırkçı ya da kadın düşmanı olmalarının başka sebepleri var… Acaba bu konuların çocuklarla daha mı çok konuşulması gerekiyor?..