Az daha şu kısacık iznimi yakıyordum.
Hayır, yazı yazmak için filan değil.
Atlayıp İstanbul’a gelecektim; gömleğimin altına bir yastık yerleştirip “Gebe Adam” olacak, gebe gebe gezip, gebe gebe doğuracaklarını ilan eden o hınzır kadınların arasına katılacaktım. Hani şu Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi gezi parkı(YSGP) Kadın Meclisi’nin çağrısına uyup İstiklal Caddesi’nde toplanıp, ardından Gezi Parkına kadar gülerek, gülücükler saçarak giden ve mizahın hedeftekini maskara eden oklarını TV’de fetva veren o adamcağıza ve o zihniyettekilere fırlatan kadınların arasına…
Avukat ve “tasavvuf düşünürü” (Ne demekse artık) olarak tanıtılan zatın TRT ekranlarından söyledikleri, tepkiyi görünce daha da battığı açıklaması üstüne sadece kadınların o anlamlı, buluşlu, bilişli ve gülüşlü cevabı yoktu. Epey gazeteci yazdı çizdi, epey siyasetçi, akademisyen kendi meşreplerince görüşlerini açıkladı.
Ama galiba Ömer Tuğrul İnançer’in sözleri üstüne yürüyen tartışma ya da eleştiriler yine onunla sınırlı kaldı. Tasavvuf düşünürü zat kendine özgü ve tuhaf, abuk sabuk düşünceleri olan biri gibi ele alındı.
Peki Ömer Tuğrul İnançer sahiden özel biri mi? Beslediği ve savunduğu düşünceler sahiden sadece ona mı ait?
Yoksa siyasal temsilcisini AKP’de bulan zihniyetin kadın bedeni ile çok ciddi takıntıları, sorunları mı var?
Üç çocuk yapma, kürtajı yasaklama, zina tanımını alabildiğine genişleterek namus zaptiyeliğine soyunma gibi doğrudan kadına ilişkin ve tartışmasız kadının bireysel ve özgür seçimi olan konularda iğrenç bir erkek dili ile kurallar, değerler, hatta zorunluluklar getirmeye çabalayan bu zihniyetin başat takıntısının kadın ve kadın bedeni olduğu besbelli…
Bu sapkın zihniyeti doğuran ve besleyen ne?
Kendi içinde bir reform yapamayan, inanç dünyası ile Ortadoğu’nun ve hatta Asya’nın 1500 yıl önceki değer, hukuk ve geleneklerini harmanlayan İslam dini mi ?
Son soruya duraksamadan “evet” deyip bununla yetinenler var.
Ancak “gerçeğin bir yüzü” ile yetinemeyiz. Öteki yüzünü(yüzlerini) ıskalayamayız.
Dinsel buyrukların tartışılamazlığının ardına gizlenerek ortaya atılan abuk sabuk hatta ayıp fetvaların yanı sıra toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiş “erkek egemen” bir zihniyet dünyası da en az İslam kadar belirleyici.
Çinliler Müslüman değil. Ama kadınlar diledikleri gibi gezemesinler diye daha çocukken ayaklarını demir mengeler içine hapsedip kemiklerini kırarak ayağı küçülten, çocukluktan itibaren topal kalmalarına yol açan ve Çin’de yüzyıllarca uygulanan bir erkek egemen dünyasından ve zihniyetinden söz ediyorum.
Keza Müslüman olmayan Hintlilerde ölen erkeğin cesedi töre gereği yakılıp külleri Ganj’a savrulmak üzere yakılırken, karısının da onunla birlikte yakılması bir dinsel buyruk mudur yoksa erkek egemen toplumun kadını mal (meta) olarak gören zihniyetinin en uç yansıması mıdır?
Çok gelişmiş kapitalizm ülkesi Japonya’da iş yaşamında üst düzeylere yükselmiş bir kadının bile kaldırımda yürürken karşıdan gelen erkeğe yol vermesi ve gözlerini indirmesi bir saygı davranışı mıdır yoksa saldırgan erkek egemenliğinin zorla dayattığı bir boyun eğdirme geleneği mi?
Gebe kadının ortalıkta dolaşmasını terbiyesiz bir davranış ve estetik dışı bir görüntü olarak algılayan zihniyetle kadına kadın demeyi ayıp sayan ve bayan sözcüğünü kullananların zihniyeti arasında uçurumlar mı var? (Bu ülkede az mı “Bir bayan üç yankesici suçüstü yakalandı” gibi haberler, “Mağazamızda çalışacak bayan ve erkek tezgahtarlar aranıyor” gibi ilanlar okuduk?)
* * *
Doğrusu kısa da olsa izin yapıp yeniden yazıya dönerken daha keyifli bir Tırmık’la karşınıza çıkmak isterdim. Ancak din bulamacı ile karılmış erkek egemen zihniyet ya da erkek egemen zihniyetle payandalanan dinsel saplantılar midemi fena halde bulandırıyor. O yüzden “tasavvuf düşünürü”nün zırvaları ile canlanıveren tartışmaya bir ucundan bulaşmaktan kendimi alamadım.
Hoşgörün…