Benim ev tipi küçük ejderham
Annem ziyadesiyle temiz bir kadındı. Sadece içi değildi temiz olan, evde de olabildiğince temiz bir ortam sağlamak için elinden geleni eksik etmezdi. Biz, Tarlabaşı’nın aşağılarında beş katlı yığma bir evin en üst katında otururduk. Eski bir binaydı, aslında yüksek tavanlıydı ama biz sonradan eklenmiş bir ek katın alçak tavanlı dar mekanında yaşardık. Arada bir çivisi çıkan rabıta zemini vardı, mutfakta muşamba döşeliydi, ön odada iki eski halı seriliydi. Bütünü elli metrekare mekan aslında arkada geniş bir mutfak, önde de ortadan bölünme çok dar iki odaydı. Ben zamanın çoğunu arkada annemle beraber mutfakta geçirirdim, muhteşem bir Kasımpaşa manzarası vardı. Annem evi temiz tutmak için elinden geleni ardına koymadığının farkındaydım. O zamanlar hava gazı vardı, ama çamaşır söz konusu olduğunda gücü bir kazan suyu kaynatmaya yetmezdi, annem de ispirto ocağını yakardı. Ne var ki ana sorun suların sık sık kesik olmasıydı, gün içinde basınç suyu beşinci kata çıkarmaya zaten pek yetmezdi. Annem o zaman leğenlerde biriktirdiği suyla çamaşıra girişirdi. Bu durum benim için cennetti, ben de kayık, denizaltı yüzdürürdüm. Ama bayram yaklaşmışsa, iş ister istemez büyürdü, annem su basıncının yettiği gece yarısından sonra çamaşıra girerdi, hala derinden hissettiğim üzüntümdür onun gece vakti çamaşırla cebelleşmesi. Babam annenim çamaşır tutkusuna “suyla oynamayı amma seviyorsun” diye söylenirdi, “buna bir leğen su vereceksin ve deterjan, hiç karışmayacaksın…” O günlerin üzerinden en az bir kırk yıl geçti. Temizlik kavramımız ‘temiz olma’ tutkusunu çoktan geçti, gıdada ve...
Devamı…


