Bir küçük not: Uzun bir aradan sonra yazmayı denediğim günlerden biriydi. Çınar henüz iki yaşını doldurmamıştı ve ben de kalemle kâğıda epey uzak kalmıştım. Bu yazıyı da çok sevdiğim bir arkadaşımın internet sitesinde yayınlanması için yazmıştım. Yazı yayınlanmıştı. Ancak şimdi artık kullanımda değil. Bu sebeple yazıyı UzunÇorap için yeniden düzenleme kararı aldım. İyi okumalar…
“Tohumlar fidana,
Fidanlar ağaca,
Ağaçlar ormana,
Dönmeli dünyamda…”
İki yıla yakın bir zamandır hatırlamadığım ne kadar çocuk şarkısı, ne kadar masal varsa hepsini çağırdım, geldi. Çünkü artık bir anneyim. Ama sermayenin hizmetine giren, ulusal ve milliyetçi fikirleri olan, cinsiyetçi tavırlar sergileyen, şiddet yanlısı olan bir çocuk sahibi olmak istemediğim(iz)den ona bildiğimiz bütün şarkıları, masalları bir biçimde değiştirip söylüyoruz. Örneğin ‘Ağustos böceği ve Karınca’ masalını “karınca, yazın çok çalışmış, didinmiş erzak toplamış, kış gelince de ağustos böceğinin karşısına geçmiş “baaak, gördün mü sen bütün yaz haytalık yaptın keman çaldın, şarkı söyledin, hiç erzak toplamadın, kış geldi aç kaldın” şeklinde bir cümle kurmuyor. Karınca bizim masalda da yine doğası gereği erzak topluyor. Hatta yakacak odun da… Çünkü şahane bir şöminesi var. Şöminesinin yanında da çalmayı hiç bilmediği ama öğrenmek için can attığı bir piyanosu. Ağustos böceği de doğası gereği bütün yaz keman çalıyor, şarkı söylüyor…
Kimileri için ‘haytalık’ olarak görülen ama aslında oldukça emek gerektiren bir iş yapıyor. Velhasıl kelam ağustos böceği ve karınca kışı karıncanın evinde geçiriyor. Soğuklar bastırınca karınca ağustos böceğini evine buyur ediyor. Birlikte pişirip, yiyor, birlikte çalıp söylüyorlar. Ağustos böceği karıncanın evinde duran piyanoyu işlevsel hale getiriyor. Karınca kışın sonunda oldukça iyi denilebilecek bir seviyede piyano çalıyor. Hatta yaz gelince ara sıra birlikte bile çalıyorlar. Ertesi kışı yine birlikte geçiriyorlar.” Yani bir nevi takas yapıyorlar. Böylelikle oğlumuzun babasının ve etrafımızdaki birçok arkadaşımızın yaptığı müzisyenlik işinin de sistemin küçümsediği kadar basit bir iş olmadığını, daha da önemlisi paylaşmanın ne kadar şahane olduğunu oğlumuza dilimizin döndüğünce aşılamış oluyoruz.
Masalların yanı sıra değiştirdiğimiz şarkılar da var. Yazının başında verdiğim ‘Tohumlar Fidana…’ şarkısının ‘yurdumda’ kısmını ‘dünyamda’ olarak değiştirdik. Sebebi malum.
Bir diğer değiştirdiğimiz şarkıysa, (her ne kadar oğlumuz ‘köfte köfte’ deyip, köfte ve türevlerini çok sevse de), ‘Pazara Gidelim’ şarkısı. Anne ve baba olarak o şarkıda geçen hayvanların yerine meyve ve sebze isimlerini koymuştuk. Zaten bu devirde artık kimse pazardan hayvan da satın almıyor. Hatta doğru düzgün meyve ve sebze bile bulmak pek mümkün değil. Bu bahsettiklerim elbette büyükşehirler için geçerli. Mesela şarkıyı şu hale getirmiştik: “pazara gidelim bir elma alalım, pazara gidip bir elma alıp n’apalım, hapır hupur hapır hupur yiyelim, oh oh oh oh ne güzelmiş diyelim…”
Oğlumuzun kendisine özel bir takım ninnileri var. Onları çoğunlukla babası uydurdu. En sevdiği ninnilerden biri ise ‘dandini dandini das dana…’ O, bu ninninin adına ‘inek’ diyor. Biz de başlıyoruz söylemeye. Gezi Direnişi sırasında ninniyi ucundan değiştirmişliğim de var: “dandini dandini das dana, tomalar girmiş bostana kov bostancı tomayı, ezmesin lahanayı…”
Tabii, çocuk toma ne anlamıyor ki anlamasın da (en azından şimdilik). Umarım ki hiçbir zaman da tomanın ne olduğunu öğrenmesin. Bir de ‘Gezi Direnişi’nin en başında oğluma bir masal yazmıştım. O masalın üzerinden ne ‘duran adamlar’, ne ‘kırmızılı kadınlar’, ne ‘direnen müzisyenler’, ‘ne Çarşı’lar, ne direnişçiler geçti… Ama masalda ‘insanlara fısıldayan ağaçlar’ vardı ve parktaki ağaçlar bir ‘mutlu sonla’ kurtuluyordu. Şimdi sıra diğer ağaçlarda, Bartın’da, Sinop’ta, Silopi’de, İstanbul’un bütün ormanlarında, Antalya’da, İda’da, Akyaka’da, milli parklarda, Yassı Ada ve Sivri Ada’da… Amazon’da ve daha aklıma gelmeyen her yerde…
“Fidanlar elimizde, uzun ip belimizde biz gideriz ormana, hey ağaç dikmeye…”
Bu arada elbette ‘Küçük Ayşe’ diğer adıyla ‘Küçük Asker’ şarkısı bir kere bile hiçbir aile bireyi tarafından ağza alınmadı buna geniş aile de dahil. Çünkü hem cinsiyetçi, hem de militarist bir şarkı olarak hepimize başta darbeler olmak üzere pek çok kötü şeyi çağrıştırıyor. Hiç çocuğun cinsiyeti ve vatanı olur mu? Çocuğun, toprağı, denizi, ağacı, kuşu, böceği, kedisi, köpeği, keçisi vs. olur. Ve çocuklarımıza ne verirsek onu alırız. Mesela Çınar, henüz ne tabanca, ne top tüfek biliyor. Savaştan oyun da olmaz üstelik.
Not: Şarkıların ve masalların sahiplerinden özür dilemek isterdim. Ama keşke siz de ‘başka türlü’ düşünebilseydiniz.