Osmanlı Dönemi’nde yaşamış bir filozof vardı. Bu filozof yaşadığı dönem yüzünden padişahın sıkı ve esaret altına alan kurallarına maruz kalırdı. Bunlardan bazıları:
• Sadece siyah giyinmek
• Şapka yasağı
• Erkek kadın ayrımı
• En kötüsü de padişahın hiçbir kuralına karşı çıkamamaktı; cezası hapisti.
Ayrıca bu filozof şapkalara hayran, rengarenk bir hayat isteyen, kadınlara sonsuz saygısı olan ve demokrasinin hayalini kuran bir insandı.
Günlerden bir gün bu filozof, artan kurallara ve baskılara HAYIR deme vaktinin geldiğini düşünüp “ Ne olacaksa olsun, ülkeme feda olsun” diyerek padişahın karşısına çıktı. Derdini hiç korkmayarak dile getirdi ve sizin de anlayacağınız gibi 10 yıl hapis cezası aldı.
Üç yıl sonra hapishaneye ona yazılmış bir mektup geldi. Mektupta şöyle yazıyordu:
“Sevgili Sadullah Bey,
Sizin de bildiğiniz gibi padişah herkesi esaret altına aldı. Fakat, halkımız toplu bir şekilde onu protesto etti. Tabii, bu protestonun sonucuna kavuşmamız bir ayımızı aldı ama sonunda padişah bize karşı gelemeyip babadan oğula geçen padişahlığı değil halkın yaptığı seçimlerle ülkenin başına yönetici getirdiği demokrasiyi uygulayacağını söyledi.
Adaylığınızı koymanız dileğiyle,
Hamdi oğlu Rafet”
Bunları okuyan Sadullah filozofun gözünden bir damla yaş aktı. Halkının esaretten özgürlüğe geçiş yapacağını duyan hangi iyi kalpli insan ağlamazdı ki. Beş gün sonra bir kadın hapishaneye kapıdaki muhafızlara takılmadan koşarak girdi ve gözleri hücrelerin içindeki insanları tarayarak Sadullah’ı aradı.
Onu bulduğunda müjdeli haber diye yaşlı padişahın öldüğünü söyledi. Bunun üzerine filozof mutsuz bir şekilde “ Bana bunu müjdeli haber diye getirmene çok darıldım, niye bir insanın ölmesine sevineyim ki? Bu, kötü bir insan olsa bile. Ben onların hatalarını anlamalarını isterim kendi mutlulukları için. Hayatları boyunca hür, mutlu ve iyi şartlar altında geçirmelerini isterim zaten vazifemde bu.”
Kadın heyecanlı ve pişman bir şekilde “ Çok özür dilerim fakat bu sebepten dolayı sizin hapis cezanız da bitti. Sizin dilinizde söyleyeyim, bu hapishanedeki masum insanların hepsinin cezası bitti.”
Kadın ve mahkumların hepsi koşarak filozof yürüyerek hapishaneden çıktı. Sadullah’ın kapıdan çıktığı an büyük bir kalabalık onu alkışlıyordu, tabii bu gürültüye maruz kalan bebekler de bir yandan ağlıyordu. Filozof kalabalıkta babasını arıyordu; zaten kanserden üç vakitlik ömrü vardı, hapisteyken ölmüş olduğunu duymak istemiyordu. Yanında duran bir vatandaşa sordu, babam yaşıyor mu diye. Herkes tanırdı onun babasını sonuçta ünlü bir yazarın oğluydu. Vatandaş üzüntülü bir ses tonu ile “Bir hafta önce vefat etti, size söyleyecektik fakat protestolar yüzünden gelemedim. Başınız sağolsun.”
Filozof kendini bir an çok yalnız hissetti ama yanında halkının olduğunu düşünüp hüznünü bastırabildi. Koşarak evine gitti. Kapının zili susmak bilmiyordu. En sonunda dayanamayıp açtı. Karşısında küçük bir kız çocuğu vardı. Umutsuz gözlerle filozofu izliyordu. Ona, “Seçimlere katılacaksın değil mi, emmi? “ dedi küçük kız. O ana kadar Sadullah’ın aklında seçimle ilgili en ufak bir düşünce bile yoktu. Filozofun kendine pek güveni yoktu, fakat konu ülkesine geldi mi, her şey değişirdi. Bu yüzden kıza “evet” demek zorunda kaldı.
Sizin de anlayacağınız üzere, seçimde herkes filozofa destek olduğundan kimse aday olmadı ve seçimi filozof Sadullah kazandı ve ülke mutlu mesut bir şekilde yaşadı.