Geçen gün metrobüsle Beylikdüzü’nden Şirinevler’e doğru gidiyordum. Metrobüs günün her saatinde olduğu gibi dopdoluydu. Arka kapının yakınınında, koridor içinde ayakta, sırtımı iki koltuğun sırt sırta birleştiği yere dayamış; daha az yorularak gitmek ve bir an önce ineceğim durağa varmak istiyordum. Yolculuğumun sonuna kadar ayakta kalacağımın da farkındaydım.

Güzelyurt durağına vardığımızda arka kapıdan çocuklu genç bir kadın bindi araca. Kucağındaki çocukla kalabalığın arasından zorla geçerek yanıma kadar geldi. Giysileri kirliydi. Hafif de koku geliyordu sanki.

Kadının kucağında iki yaşlarında bir çocuk vardı. Çocuğu beline oturtmuş, tek koluyla onu sarmalamış, diğer eliyle de tutunmaya çalışıyordu düşmemek için.

Birileri kalkıp ona yer verir diye düşündüm önce ama kimsenin oralı olmadığını fark ettim.

Oysa böyle durumlarda genelde bir kıpırdanma olur, biri kalkıp yer verir ya da yaşlıların imalı suçlayıcı sözleri sonrası yer vermek zorunda kalırdı.

Toplu taşıma araçlarında gençlerin yer vermeye zorlanması hiç haz etmediğim bir davranış olsa da bu sefer böyle bir reaksiyon bekledim doğrusu. Ama yok! Kimsede kıpırtı yok! Oturan yaşlılardan da ses çıkmadı. Herkes, sanki o kadın o araca hiç binmemiş gibi, o kadın orada yokmuş gibi davranıyordu.

Keşke oturuyor olsaydım, kalkıp yerimi ona verirdim diye geçirdim içimden. Zaman geçtikçe de öfkelenmeye başladım; “o kadın çingene olmasaydı ona yer verecektiniz! Çingene olunca çocuk hafiflemiyor ki! Ortada kucağında çocukla ayakta durmaya çalışan bir kadın, bir anne var! Bu mu sizin iyilik, iyi insan olmak dediğiniz şey! Ayrımcı, görgüsüz ve duyarsızsınız! Sizden farklı olanı yok saymaya yok etmeye nasıl da meyillisiniz!”

Böyle öfkelenince bu sefer de “Taraf mı tutuyorum acaba?” diye kendimi sorguladım. Ben de mi önyargıyla davranıyorum? Belki ben de o kadın çingene olduğu için, diğerlerinin onu dışladığını düşündüğüm için ona karşı bu kadar ilgiliyim diye düşündüm.

Ben bunları düşünürken metrobüs de yoluna devam ediyor, her durakta kapılar açılıyor, inenler binenler oluyordu. Çingene kadın ve ben ise aynı yerde yan yana ve ayakta durmaya devam ediyorduk. Kucağımda çocuk olmadığı için doğal olarak ben daha iyi durumdaydım ve hala birisinin kalkıp ona yer vermesini bekliyordum.

Kimsenin onu umursamamasına iyice üzülüyor, arada bir dönüp kadının yüzüne, kucağındaki çocuğa bakıyorum. Kadının esmer bir teni, kapkara iri gözleri var. Gencecik, güzel bir kadın. Göz göze gelsek bakışlarımla ona “seni önemsiyorum” mesajı verip gülümseyeceğim -ve bu şekilde belki de ona iyilik yaptığıma inanıp kendimi rahatlatacağım ama o başka tarafa bakıyor. Mesajımı iletemiyorum! Kucağındaki çocuk annesinin omuzuna kafasını yaslamış gözlerini açıp kapayarak uyumaya çalışıyor. Kirpikleri upuzun…

Bu sırada önümüzdeki koltukta oturan kadına takılıyor gözüm. O da benim gibi anne ve çocuğu süzüyor. Birisi daha fark etti onların orada olduğunu diye düşünüyorum. Hoşuma gidiyor bu.

O esnada yeni bir durağa varıyoruz. Yine kapılar açılıyor ve içeriye yeni yolcular doluşuyor. Biraz önce çingene kadını ve kucağındaki çocuğu süzen kadın ani bir refleksle yerinden kalkıp, çocuklu çingene kadını omzuyla geriye doğru itip onun önünden uzanarak kapıdan giren bir başka çocuklu kadına sesleniyor: “gelin buraya oturun! gelin buraya oturun!”. Ben afallamış bir şekilde olayı izliyorum. Bu arada çingene kadın geriye doğru öyle sıkıştırılmış ki kucağında çocukla birilerinin üstüne devrildi devrilecek. Ayakta zor duruyor. Yüzünde kederli, ürkek ve birazda kızgın bir ifade var. O bu haldeyken, yerini bir başkasına veren kadın şefkatli bir şekilde diğer çocuklu kadının yerleşmesine yardımcı oluyor. Kadının çantasını alıp koltukların arasına yerleştiriyor, “İnerken çantanı unutma” diye tembihleyip erdemli bir şey yapmış olmanın gururuyla kapıdan tarafa doğru ilerliyor. Gittiği tarafta yaşlı bir kadınla zamane gençlerinin ne kadar umursamaz olduklarına dair yüksek sesle bir şeyler konuşuyorlar. Yaşlı kadın bu konuşmadan aldığı gazla bize doğru yaklaşıp eliyle çingene kadını sırtından öne doğru itiyor ve hemen arkasına geçerek orada oturan bir gence “Ben yaşlıyım, ayakta duramıyorum, sen kalk da ben oturayım.” diyor. Genç kalkıp yaşlı kadına yer veriyor.

Yaşlı kadın oturana kadar çingene kadın kucağında çocukla öne doğru iyice sıkışmış vaziyette öylece kalakaldı… İçim paramparça oldu…

Tekrar doğrulduğunda omuzuna dokunup “isterseniz yer değiştirelim, buraya sırtınızı dayarsınız” diyorum. Kadın, kederli kara gözleriyle bana dönüp “Ben ineceğim” diyor. Ben onun ses tonuna ve bakışlarına takılıp, ne dediğinin üstünde durmadan cümleme devam ediyorum. O ise gözlerimin içine bakmaya devam ederek tekrar “Ben zaten ineceğim” diyor ağlamaklı buğulu bir sesle…