“Yara yaraya benzedikçe kabuk tutar. O zaman insan insana iyi gelir.”
Ahmet Büke deyince burnuma mis gibi naftalin kokuları, aklıma ise danteli eksik olmayan portakallı, kestaneli, sobalı evler, küçücük çocukların koşturduğu minik kasabalar, delileriyle ünlü Manisa, çay ve simit kokulu kelimeler, yaşlılıktan un ufak olmuş pamuk nineler gelir.
‘Ekmek ve Zeytin’in bile yettiği, hatta geleceğe umut olduğu bir dünyadır Büke’ninki. Ararız, ararız ama bir türlü bulamayız bu dünyayı; işte o vakit Ahmet abimizin sıcacık hikayelerine sığınırız.
Bu sefer her şey çok farklı gelişti.
Büke’nin ON8 Blog’a daha önce “Bedo’nun Kitapları” adıyla tefrika etmeye başladığı İzmirli Bedo’nun öykülerinden şekillenmiş romanı Mevzumuz Derin yayımlanalı da çok olmamıştı. Ama bizim mevzumuz daha derindi: Zeyno…
“Benim de çalışmadığım yerden bu mevzular” diyerek baba olma konusundaki şaşkınlığını belirtse de Ahmet Büke’yle bu sefer baba olma mevzusu, kızı Zeyno’nun doğumundan sonra yaşadıkları ve hissettikleri hakkında güzel mi güzel, naftalin kokulu bir söyleşi gerçekleştirdik.
Berfun: Hikayelerinizde çocukluğunuzun yansımaları çıkıyor karşımıza. Geçmiş bilinçaltımıza biz hiç fark etmeden siniyor. Akraba ilişkilerinin yoğun ve sıcak olduğu küçük bir kasabada büyümüşsünüz ve bu ortam ister istemez yaratıcılığınızı etkilemiş. Kızınızın da böyle bir ortamda büyümesini ister misiniz? Böyle bir ortamın çocuğa kazandırdıkları nelerdir?
Ahmet Büke: İsterdim. Keşke olsaydı. Ama kızım büyük şehirde ve biz onu kentten sakınırken büyüyecek ne yazık ki. Öyle görünüyor yani. Geçen gün memleketten gelen bir abiyle konuşuyorduk, Gördes’te son cinayet 1977’de işlenmiş. Ben de hatırlıyorum o olayı. Çarşıda, Hal binasının önünde yatan bedeni görmüştüm. Galiba aşk cinayetiydi… Biz, komşu teyzelerin salçalı ekmekleriyle büyüdük sayılır. Komşu amcaların Kulüp Rakı şişelerinin artanlarıyla da çaktırmadan ergenliğe girdik.
Sonra delimiz çoktu bizim. Deli Hasan Abi ki bir pehlivan kadar iri ve kuvvetliydi beni birkaç defa başka mahallenin çocuklarının elinden kurtardı. Deli Osman Abi de Teksas’ta yaşadığını sanıyordu ve en iyi arkadaşı Çelik Bilek’ti. Bir de öyküsü de, öykü anlatıcısı da çoktu.
Misal dedem… Dünyada gördüğüm en büyük palavra sıkıcısıydı. İkinci Dünya Savaşı günlerinde, Rusya’nın imal ettiği bir devin Gördes’e doğru geldiğini ve bütün orduyu dağıttığını söylemiş bir gün babaanneme. Tabii, babaannem de yas figan mahalleye koşmuş. Birkaç kadın korkudan kendisini damdan atayazmış. Babaannem, “Harp bitene kadar küs kaldım hayırsız dedenle,” derdi.
Böyle bir yerde büyüseydi kızım keşke. Ama belki de o daha güzel bir dünya kurar kendine. Hayat çok devingen…
B: Kızınız olduktan sonra hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?
A: Çok farkında değilim henüz olanların. Sadece dışarıdayken koşarak eve dönmek istiyorum.
Mehmet Said (Aydın) dayanamadı ve sorusuyla söyleşimize müdahil oldu.
M: Baba olmak bir dize olsa, hangisi olurdu?
“yine uyandım
sabah
yine büyük”- Cahit Zarifoğlu
B: Babalık beklenilen bir şey mi? Öğreniliyor mu?
A: Bu nasıl bir his henüz tam anlayamadım. Zeyno, 27 günlük. Ama şunu fark ettim, erkek olmanın bu meseledeki payı denizde bir damla kadar. Anne, bebeğin neredeyse her şeyi.
Ben uğraşıp uğraşıp bir gazını çıkardığımda büyük iş yapmış gibi gerinirken dokuz ay karnında taşımış, şimdi de bebeğin hayatta kalmasının sebebi olan kadın “Yazık ya, o da sevinsin birazcık” diye vakur içinde bana bakıyor bir köşeden.
Eğer evrim diye bir şey varsa, ileride erkeklik denilen hadise yürürlükten kalkar. Bir yumurtanın döllenmesini de hallediverirler.
B: Yaşadığınız her şey yazdıklarınıza konu oluyor. Baba olduktan sonra yaşadıklarınız, hissettikleriniz edebiyatın içine nasıl sızacak? Öncesi ve sonrası arasında hissettiğiniz bir şey oldu mu metne yaklaşım bağlamında?
A: Baba olacağımı öğrenince roman yazmaya karar verdim. Gerçi işsiz kalmıştım, onun da verdiği bir sersemlik olabilir bu. Çocuk kitapları mı yazsam diye düşünüyorum şimdi de. Nereden nereye, hay Allah’ım!
B: Sait Faik Abasıyanık’ı çok sevdiğinizi biliyoruz. Kızınıza ilk hangi hikayesini okumayı düşünüyorsunuz?
A: Semaver’i okuduğumda çok etkilenmiştim. Günlerce annem uyurken gidip gizli gizli nefesini dinlemiştim. Onu okusun isterim çok. Ama bir yandan da üzülür diye üzüldüm şimdi.
B: Kızınızın kesinlikle okumasını istediğiniz yazarlar ve kitapları desek?
A: Aziz Nesin’in “Ben de Çocuktum” diye bir kitabı vardı. Babaannem bana sesli okuttururdu o kitabı. Onu okusun isterim. Yoksulluk içinde hayata tutunmayı, acıya da gülümseyebilmeyi anlatan çok güzel bir kitaptı.
Pal Sokağı Çocukları, Şişkolar ve Sıskalar, Bir Şeftali Bin Şeftali… Bunlar benim harika kitaplarımdı. Tabii Robinson Crusoe bir de.
Ama benim bir yeğenim var, küçük. Onun kitap okuması için hikâyede en az bir vampirin olması gerekiyor. Yani, Zeyno bu kitapları sevmeyecek belki de.
B. Sizin babanızla ilişkiniz nasıldı, babanızın artılarını ve eksilerini göz önünde bulundurarak mı bir baba portresi çizeceksiniz, yoksa bu süreçte her şey doğaçlama bir şekilde mi gerçekleşecek?
A: Şimdi babam yaşasaydı, dünyanın en mutlu insanlarından biri olurdum. Ama o zamanki babalar bir “aferin” diyemezdi. Onun onayını alamadığım için hiçbir zaman başarılı ve işe yarar hissetmedim kendimi.
Edebiyatı sevmemi de boş bulurdu. O yüzden 32 yaşına kadar tek kelime yazmadım. Belki de haklıydı adam, şimdiki halimi düşününce. Ama ben böyle bir baba olmak istemiyorum. Nasıl yapacağım bilmiyorum ama böyle olmayacağım.
B: “Mevzumuz Derin” adlı romanınızın ve “Rüzgarın Hatıraları” filminin senaryosunun yazım sürecinde çocuğunuzun dünyaya geleceği haberini aldığınızı düşünürsek, ‘babalık’ duygusunun hikaye ve karakterlerin oluşumunda herhangi bir etkisi oldu mu?
A: Dediğim gibi bir baba olma hali nedir, henüz tam anlayamadım. Panik, mutluluk, endişe, durup dururken gülümseme… Böyle şeylerin karışımı şu anda hissettiklerim.
B: Kız babası olmak her zaman farklı değerlendirilir. Marx’ın bile yeri geldiğinde gelecekte damadı olacak Lafargue’a yazdığı mektupla ve davranışlarıyla nasıl bir ayar çektiğini biliyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun kız çocuğunun bu kadar sakınılmasının nedeni sizce nedir?
A: Bunu gerçekten bilmiyorum. Hiç düşünmemiştim şimdiye kadar.
B: Çok sevdiğim bir şair Philip Larkin bir şiirine şöyle başlar “ağzına sıçarlar senin, annenle baban/ niyetleri bu olmayabilir, ama sıçarlar/ hatalarıyla doldururlar seni, fazladan/ birkaç da sana has ilave yaparlar.” Larkin, şiirinin sonunda ise okuyucularına şöyle küçük bir tavsiye de verir: “ve sakın ha çocuk yapayım deme.” Çok pesimist bir şiirdir belki, sizce çocuklar ebeveynlerin kendi hatalarının bir dışavurumu mudur? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
A: Yani bunu düşünmek benim için çok geç galiba. Hatasız bir hayat mümkün değil. Umarım, Zeyno gelip bu şiiri benim yüzüme okumaz bir gün. Çok acımasız bir soru olmuş bu ayrıca.:)
***
Söyleşi sonrası Ahmet abiden Zeyno’nun kulağına bir de en sevdiğim Sait Faik öyküsü Hişt Hişt’i fısıldamasını istedim.
Çünkü “Nereden gelirse gelsin, dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!… Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları….
_ Hişt hişt !
_ Hişt hişt !
_ Hişt hişt !”
Hişt hişt mühim.