Birkaç yıldır Hollanda’da yaşayan ve 24 aylık oğlu olan bir anneyim. Uzunçorap’da yayınlanan Sri Lanka yazısını gördüğümde Dominik Cumhuriyeti’nde tatildeydik. “Uzunçorap sayfaları bütün çocuklu gezginlere açık. Yazın yayınlayalım.” çağrısını okuyunca yüreğim hop etti. Ama biz turla gelmiştik, her şey dahil bir sistemde kalıyorduk. Yazmaya değer bir şey yoktu. Gezgin gibi değil turist gibiydim.

Yolumuzun üstünde Montparnasse mezarlığı vardı. İçinden geçtik. Özenle yapılmış, süslenmiş, bakılmış mezarlar gördük.

Derken kader ağlarını ördü ve yazmaya değer malzeme bulundu. Oğlumla tek başıma Ankara, İstanbul veya Amsterdam’da gezmiş değildim. Oğlumla tek başıma gezmiş değildim. Bir yerden bir yere gitmek mevcuttu ama gezmek en az bir yetişkinin daha katılımını gerektiriyordu benim için. Aslında çocuktan önceki hayatımda da yalnız başıma tatil yaptığım filan yoktu. Yani beynimde tamamen yeni bir sayfa açılmış gibi hissetmem bundan ötürü.

En başta niyetimiz şöyleydi; Türkiye’den arkadaşlarımız Paris’e geliyordu. Yıllardır onları görmemiştik. Onların da küçük bir çocukları olmuştu, bizim de… Hem birbirimizi görmek için, hem çocuklarla tanışmak için Paris’te buluşmaya karar verdik. İyi, güzel. Fakat planlar değişti, sonra tekrar değişti ve ben bir gün kendimi tek başıma Paris’in sokaklarında dolaşırken buldum. Yani kendimi ve 24 aylık oğlumu. (Türkiye’den gelen arkadaşımla 2 gün, tesadüfen Paris’te olduğunu öğrendiğim bir başka arkadaşımla da 1 gün beraberdik. 4 gün ise Paris yalnızıydık).

***

Her şeyden önce şunu öğrendim. İnsan bir yeri tanımak istiyorsa orayı yalnız başına gezmeli. Daha evvel iki kere Paris’e gitmiştim. Ama kafamda bu kadar net bir Paris haritası ile eve dönmemiştim. Bulmaca gibi olan ulaşım ağını çözmek ve haritadan yön tayin edip sokak adlarını okuya okuya gezmek, insana zihinsel jimnastik yaptırıyor. Ara sıra tekrarlanmalı, yepyeni yerlerde yalnız başına dolaşmalı.

Lüksemburg Bahçeleri'nde sarayın önündeki sekizgen havuz. Yaban da abla ve abileri gibi gemi yüzdüreceği için çok heyecanlı.

Bir rehber kitap faydalı olur. Benim favorim Rough Guides. Arka sayfadaki metro haritasına aşina oldum. İki nokta arasındaki en kısa mesafe, hangi duraklarda hangi aktarmalarla aşılır? Gitmek istediğim bir yere en yakın metro durağı ve en iyi güzergâh nedir? Örneğin Lüksemburg bahçelerine gitmek için St. Sulpice metro durağında inelim. Kiliseler bedava, St. Sulpice kilisesine girip gezebiliriz. Yağmur yağıyorsa, daha da iyi. İçeride oturup dinleniriz. Veya meydandaki Dört Piskopos Çeşmesi’nde yıkanan güvercinleri seyrederiz. Bunlar, Hemingway’in “Paris Bir Şenliktir” kitabında sözünü ettiği güvercinler. Bu meydana bakan apartmanlardan birinde Catherine Deneuve oturuyormuş. Şimdi bir sokak ötedeki Lüksemburg Bahçeleri’ne yürüyelim.

Cite des Enfants'da. Yaban su tankının başında oyun oynuyor. Doksan dakikayla sınırlı olmasa içeride bütün bir gün geçirebilirdi.

Bunlar önceden okuduğum ve dolaşırken hatırladığım cümleler. Yine de yolda sık sık durmam, kitabı açıp okumam gerekiyor. Kendisiyle arkadaş gibiyiz. Bana nerede ne göreceğimi söylüyor. Yanından geçmekte olduğum bir cafenin geçmişteki ünlü müdavimlerini anlatıyor. Vaktim olsaydı da Paris’in tarihini ve kültürünü anlatan bölümleri de okusaydım. Oğlum büyüdüğünde başka rehberleri de beraber okuyacağımızı ve hatta müzelere bile gidebileceğimizi düşünüp seviniyorum. Okuldaki tarih dersinden daha sıkıcı olamaz. Pazar sabahı Lüksemburg müzesinin önünde çoluk çocuk uzun bir kuyruk vardı. Giriş bedava mı diye merak ettim ama işte tam da böyle çocukluktan kazanılan bir müzeye gitme kültürleri var herhalde, pazar sabahı kalkıp gelmişler (müzelerdeki geçici sergileri görmek için Fransızlar da diğer turistlerle birlikte müze kapısında kuyruk oluşturuyor).

İlk gün hava çok sıcaktı. Yaban, yalınayak koşmanın ve güneşin mutluluğunu yaşıyor. (25.04.2013 - Seine nehri kıyısında yürürken karşımıza çıkan bir park).

Rehberin sunduğu bir başka hizmet; “Paris with kids” başlığı altında verilen öneriler ve tavsiyeler. Çok faydalı. İnternette de bulunabilir gerçi.

Örneğin Paris bazı açılardan çocuk dostu sayılmaz. Metro duraklarında asansör nadiren bulunuyor. Çocuk arabası ile merdivenleri inip çıkmak ve kalabalık içinde çocuğu kaybetmemeye çalışmak yorucu. İşe gidiş-geliş saatlerinde araçlar tıklım tıklım. Omzunuzda bir çanta, elinizde katlanmış bir puset ve kucağınızda küçük bir çocuk olması, kimsenin size yer vermesini garantilemiyor. Ayrıca dikkat etmek lazım, pusetin tekerlekleri ya da çocuğun ayakkabıları kimsenin şık kıyafetini kirletmesin. Bunun için sizi tersleyecek kişi sayısı, yer veren kişi sayısını aşar.

Ayrıca çocuğun altını değiştirmek için cafe-restoran tuvaletlerine de güvenmemek gerekirmiş, sadece bazı müzelerde bulunabilecek bir nimetmiş bu. Fransızlar çocukların emzirilmesine de alışkın değil. Yine rehberde yazdığına göre gizlice yaparsanız belki tolere edilebilirmişsiniz.! Kuzeyde bir Fransız şehri olan Lille’de, soğuk bir nisan sabahı, sadece 2-3 kişinin bulunduğu çocuk parkında, o zamanlar 11 aylık olan oğlumu emzirirken bir Fransız annenin bana attığı bakıştaki tiksinmeyi unutamam. Orada donla otursam beni daha az ayıplardı. Bunu bilin, şaşırmayın yani.

Sonra hava bozdu. Yağmurluk ve çizmeyi çıkarmaz olduk. Yürüyüşçünün yakıtı pastaneden alınan baget ekmeğe bir sandviç veya ekler pasta oldu.

Çarşamba, cumartesi, pazar günlerinde ve genel olarak okul tatillerinde etrafta daha çok sayıda çocuk görmek mümkün ve çocuklara yönelik aktivite sayısında artış. Örneğin Lüksemburg bahçelerindeki havuzda çocuklara tekne kiralanıyor. Ya da kukla gösterileri oluyor oyun parkının hemen yakınında veya midillilere bindirip gezdiriyorlar çocukları. Hepsi ücretli. Oyun parkı bile. Hayatımda ilk kez bir çocuk parkına para verip girdim; büyük 1.5 küçük 2.5 euro. Teknenin kirası yarım saatliğine 3 euro. Tekne dediğim oyuncak yelkenli. Ama bayağı ağır. Sopalarla itip yüzdürüyor çocuklar. Benim kiralama niyetim yoktu ama oğlumun varmış.

***

Garip ama gerçek; ev kiralamak otelde kalmaktan daha ucuza gelebiliyor. Ayrıca başka avantajları da oluyor. Örneğin çamaşır makinesi sayesinde çok fazla kıyafet taşımak zorunda değilsiniz veya şehirde bulunan çamaşırhaneleri de kullanabilirsiniz. Kahvaltıyı evinizde yapabilir, istediğiniz yemekleri pişirebilirsiniz. Pazara gittiğinizde oğlunuz balık isterse, alıp gelme lüksünüz var mesela. Ve otel odasına sıkışıp kalmıyorsunuz. Oyun oynayacak, hareket edecek daha fazla yer oluyor. Gündüz uykuları, gece uykuları istediğiniz saatte istediğiniz kadar. En önemlisi de kendinizi turist gibi değil, neredeyse orada yaşayan biri gibi hissediyorsunuz. Mahallenizin çocuk parkında çocuğunuzu tanımaya başlıyorlar.

Amsterdam-Paris arası hızlı trenle 3 saat. Tren garından elde bir valiz, bir puset ve bir çocukla çıkıp sokak sokak kalacağımız yeri aramak hiç heyecan verici gelmediğinden ev tuttuğum ajansın taksi kiralama servisini de kullandım. Trenin durduğu peronda, üstünde ismim yazılı bir kartla bekliyorlar, eşyalarımı alıp eve kadar götürüyorlar. Şahane. Ama dönüş sırasında metroyu kullandım ve çok da iyi yaptım. Bu sayede, gerçekten yardımsever Fransızlar olduğunu da gördüm.

Lüksemburg Bahçeleri'ndeki paralı çocuk parkı. Çocuklar da yetişkinler gibi gayet şık giyiniyordu.

Bir seferinde evden puseti almadan çıkmıştım. Yürüyerek gezdik. İyi oldu ama çabuk yoruldu oğlum ve uykusu gelince yatacak yeri yoktu. ‘Opediiii..’ diyerek otobüse binme arzusunu belirtti ve kaçınılmaz biçimde, otobüsteyken kucağımda uyuyakaldı. Duraktan eve kadar kucağımda taşıdım. Bu nedenle metro ve otobüs duraklarına yakın bir yerlerde kalmak iyi fikir. Pusette uyursa bu vakti başıboş gezinerek “Aaa bak buradan Sorbonne’a çıkılıyormuş, aaa Notre Dame’a geldim” diyerek değerlendirebilirsiniz. Metroda puset ve bebekle seyahat etmekten daha da zor bir şey, pusette uyuyan bebekle seyahat etmek. Bu yüzden yürüyün. Hem yürümek, şehri tanımak için de ideal. Ya da bir parkta, bankta veya cafede oturup aylaklığın tadını çıkarın, Paris’i ve Parislileri seyrederek dinlenin. Kitabınızı okuyun, kartpostal yazın, kendinize hayret edin.

***

Hiçbir atlıkarıncayı affetmedik. Bulduğumuz her atlıkarıncaya bindik. Birkaç kere. Bizim için Paris demek atlıkarınca demek özetle. Jardin des Plantes'da.

Paris’te çocukları mutlu edecek çok şeyler bulunabilir. Atlıkarıncalar, pastaneler, çocuk parkları, sokak müzisyenleri, meydanlar ve güvercinler… Ben bu geziyi tamamen çocuğuma adamış gibi oldum. Normalde gidip de görmeyeceğim yerlere gittim, her turistin gitmekle mükellef olduğu yerlere ise gitmedim. Ama gidilebilirdi de… Evden amaçsızca çıkıp dolaştığımız da oldu, planlayıp gittiğimiz de… Jardin du Luxembourg’dan başka, Jardin des Plantes ve Jardin d’Acclimatation bahçelerini gezdik. İlkinden daha evvel bahsetmiştim. İkincisinde Paris’in en eski hayvanat bahçesi ile Doğa Tarihi müzesi var. Biz sadece çocuk parkı ve atlıkarınca kısmıyla yetindik. Dışardan bile görünen devasa mamut heykeliyle rehberde okuduğum diğer ayrıntılar birkaç yıl sonrası için heveslendirdi beni. Evrim, anatomi gibi konularda çocuğun merakını uyandırmak için uygun bir yer.

Sonuncusu ise güzel bir lunapark ve daha fazlası. Bir mini tren çalıştırıyorlar metro durağıyla park girişi arasında. Biz gittiğimizde Bretagne bölgesini tanıtan bir fuar vardı. Şarkılarını dinleyip danslarını seyrettik. 2 yaş çocuğunun bile binebileceği (en azından bir yetişkinle beraber) güzel oyuncaklar vardı.

Cite des Enfants ise 2-7 ve 5-12 yaş gruplarına göre iki kısmı bulunan bir çocuk müzesi. Müze olduğuna aldanmayın, çocukların içerde tek yaptığı şey oyun oynamak. Doksan dakikalık periyotlarla kabul ediyorlar ziyaretçileri. Su tankının bulunduğu kısım ile şantiye favorimiz oldu. Yedek kıyafet götürmek gerekli.

Elbette Paris bizim gezip gördüklerimizi katbekat aşıyor. Ama niyetim kendimizi fazla (!) yormadan Paris yaşamına tanık olmaktı. Kruvasanla yapılan kahvaltılar, mersi’ler, bonjour’lar, gözlerin yeni şeyler görmesi, kulakların yeni şeyler duyması… İnsan yoruluyor ama yenileniyor. Gezmek zihnimizi açtı, yeni şeyler öğretti ve daha da güzeli sonraki yolculuklar için kendimize güvenimizi artırdı.