Son yıllarda her şeyde olduğu gibi 23 Nisan kutlamalarında da bir ticarileşme gözlemlenebiliyor. Görünen o ki 23 Nisan kutlamaları stadyumlardan AVM’lere kaydı. Bu kayma, toplumsal anlamda kolektif bir çocuk algısından bireyselleşmiş bir çocuk algısına doğru kayışın da hikayesi aslında. Bu bayrama tarihsel olarak baktığımızda 1980’e kadar 23 Nisan tarihinde kutlanan, biri resmi diğeri ise resmi olmayan iki ayrı bayram olduğunu görüyoruz. Resmi olan bayram, 1921’de, TBMM’nin açıldığı tarihin birinci yıldönümünde, 23 Nisan’ın ilk resmi bayram olarak ilan edilmesiyle başlıyor. Resmi olmayan bayram ise, Himaye-i Etfal Cemiyetinin 1927’de 23 Nisan gününü “Çocuk Bayramı” ilan etmesiyle.
Cumhuriyetin henüz ilan edilmemiş olduğu 1921 yılında saltanat hâlâ devam ediyor ve biri İstanbul diğeri Ankara olmak üzere iki ayrı hükümet varlık gösteriyor. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılınca, o gün, yani 1 Kasım günü, Hakimiyet-i milliye (ulusal egemenlik) bayramı olarak kabul ediliyor. Fakat 1 Kasım tarihi zamanla unutuluyor, benimsenmiyor.
1935’te çıkarılan bayram günleri ile ilgili kanunla Hakimiyet-i Milliye bayramı olarak 23 Nisan tarihi resmen kabul ediliyor. Ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte ulusal kimliklerin inşa edilmeleri sürecinde, bayramlar “icad edilmiş gelenekler” olarak karşımıza çıkıyor. Hakimiyet-i milliye bayramı da elbette bu kapsamda önemli. Hakimiyet-i Milliye bayramının çocuklarla ilişkisi ise biraz tesadüfi.
Veysi Akın’ın konuyla ilgili çalışmasında ele aldığı üzere, Çocuk Esirgeme Kurumu, o zamanki adıyla Himaye-i Etfal Cemiyeti 1927’de 23 Nisan gününü “Çocuk Bayramı” ilan ediyor. Amaç, bugünkü tabirle ‘farkındalık’ yaratarak bağış toplamak. Bu çocuk bayramı fikrinin uzun süre hiçbir resmi karşılığı olmuyor, yani bugünkü anneler günü gibi örneğin. Zamanla kendiliğinden benimsenen bir çocuk günü oluyor 23 Nisan.
Bu günün bu şekilde benimsenmesinde Mustafa Kemal’in de desteği ve rolü oluyor. ‘Çocuk’ kavramı cumhuriyet için pek çok nedenle önemli bir kavram çünkü. 1920’lerde yetim ve öksüz çocuk sayısının fazlalığı, fakirlik, yokluk, beslenme sorunları, salgın hastalıklar vs. o dönemde çocuk meselesine dair çok ciddi boyuttaki sorunlar. Bu sorunların en önemli nedeni, 1911’de Balkan savaşlarıyla başlayan, I. Dünya savaşıyla devam eden ve 1923’te kurtuluş savaşının sona ermesiyle biten, 12 yıl kesintisiz süren, uzun bir savaş dönemi.
Öte yanda, henüz kurulmuş olan, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel her şeyi sıfırdan yaratma iddiasında olan, sırtını geçmişe yüzünü ise geleceğe dönmüş genç bir cumhuriyet var. Bu çerçevede, yani temelde cumhuriyeti yaşatma kaygısı çerçevesinde, çocukluk ve gençlik kavramlarına büyük önem atfediliyor. 1930’ların gazetelerini Türk ulusal kimliğinin inşası bağlamında incelediğim doktora çalışmam sırasında gördüm ki cumhuriyetin ‘al yanaklı’, ‘gürbüz’ çocuklar yaratma idealinin paralelinde bir çocuk temsili dönemin gazetelerinde göze çarpıyor.
O dönemde çocuk kavramı daha ziyade beslenme ve hastalıklar bağlamında gündeme geliyor. Öte yandan gençlik kavramı ise daha ziyade spor ve beden terbiyesi bağlamında gazetelerde yer buluyor. Bu temsiller cumhuriyetin kaslı 1 Veysi Akın, “23 Nisan Millî Hakimiyet ve Çocuk Bayramı’nın Tarihçesi”, PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3 ve çevik bir gençlik yaratma ideali ile örtüşüyor. Daha sonraları stadyumlarda yapılmaya başlanan beden eğitimi hareketli gösteriler bu yaklaşımın bir uzantısı.
Özellikle, 1935 ve sonrasının gazetelerinde, tüm bir 23 Nisan haftasının çocuk haftası olarak kutlandığı görülüyor. Haberlere eşlik eden görseller de dikkat çekici, fotoğraftan çok elle çizilmiş al yanaklı çocuk görselleri gazete sayfalarında sıklıkla yer buluyor. Özlenen ancak gerçek hayatta pek de karşılığı olmayan bir çocuk imgesi bu. Sağlıklı ve kuvvetli nesiller yetiştirmek ve tabii nüfusu arttırmak erken cumhuriyet döneminde önemli bir kaygı ve bu kaygı bir yandan da cumhuriyetin beka kaygısıyla birebir örtüşüyor.
Çocuk Esirgeme Kurumu’nun çocuk bayramı girişimi esas olarak bu sebeplerle destekleniyor. Özellikle önemli tarih 1933. 23 Nisan 1933’te Mustafa Kemal çocukları makamında kabul ediyor. Stadyum gösterilerinin yapılmaya başlandığı yıl da aynı yıl. “Andımız”ın okunmaya başlandığı yıl da aynı. Dönemin milli eğitim bakanı ve “Andımız”ın yazarı Reşit Galip’in bu konuda önemli rol oynadığı biliniyor.
30’lu yılların dünya konjonktürü, Avrupa’da yükselen totaliter rejimlerin çocuklara ve gençlere bakışı ve bunun Türkiye’deki yansımaları çocuk haftasının siyasallaşmasında büyük ölçüde etkili oluyor. 23 Nisan Bayramı kapsamında gerçekleştirilen kutlama biçimlerini bir bakıma militarizmin ve milliyetçiliğin çocuklar üzerinden inşası olarak görmek mümkün.
Bugünden bakıldığında, 1930’ların Türkiye’si ve dünya konjonktürü bağlamında anlamı olabilecek bu tarz uygulamalar, bugünkü dünya konjonktüründe anlamını büyük ölçüde yitiriyor. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren aynı zamanda çocuk bayramı olarak da kutlanan Hakimiyet-i Milliye bayramı, 1981’de çıkarılan bir kanunla Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak ilk kez resmen birleştiriliyor. Bu bayramın popülerleşmesinde 70’lerin sonlarından itibaren, ama özellikle 80’lerde TRT’nin de çok önemli bir rolü oluyor.
Bir diğer etken de 1979 yılının Unesco tarafından dünya çocuk yılı ilan edilmesi. Aynı yıl TRT 23 Nisan Uluslararası Çocuk Şenliği düzenlemeye başlıyor. Bu şenlik, 23 Nisan’ın tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oluyor. Özellikle 70’li ve 80’li yıllarda doğan kuşağın belleğinde bu şenlikler çok önemli bir yer tutuyor.
23 Nisan, cumhuriyet tarihi boyunca pek çok bakımdan ulus devlet anlatısının çocukluktaki en önemli karşılığı olarak önemli bir işlev görüyor. Atatürk imgesinin, bayrak imgesinin benimsetilmesinde ve bir ritüel olarak çocukların ulusal kimlik edinme süreçlerinde çok önemli bir rol oynuyor.
Bugün ise Türkiye’de iktidarın eliyle yürütülen bir hegemonya değişikliği yaşanıyor. Kemalist-militarist hegemonya yerini AKP’nin büyük ölçüde İslami referanslarla şekillendirdiği yeni bir hegemonyaya devrediyor. Bu çerçeveden bakıldığında, iktidarın 23 Nisan’ı eski hegemonyaya ait bir bayram olarak gördüğü de söylenebilir. Ancak iktidarın 23 Nisan’ı birdenbire ortadan kaldırması da pek o kadar kolay değil.
Cumhuriyet milliyetçi-laik nesiller yetiştirmek istiyordu, AKP ise milliyetçi-dindar nesiller yetiştirmek istiyor, bunu biliyoruz. O nedenle görünen o ki resmi anlamda Kemalist içeriğinden mümkün olduğunca arındırılmış; ancak milliyetçi vurgusundan pek de bir şey kaybetmeyen yeni 23 Nisan’lara doğru bir evrilmeye tanık olacağız. Öte yandan milletin çocukları için bağış toplanan 23 Nisan’lardan herkesin kendi çocuğu için hediye aldığı 23 Nisan’lara doğru bir evrilme olduğu da son yıllarda göze çarpıyor. Tarihsel çerçeve içinde bakıldığında, örneğin, 30’lu yılların gazeteleriyle bugünün gazetelerinde 23 Nisan’ın nasıl temsil edildiği karşılaştırıldığında, bu durum açıkça görülebiliyor.
Elbette 23 Nisan genel toplumsal değişimin gidişatından bağımsız değil. Yalnızca siyasi değişim süreci değil, bireyselleşme, ticarileşme, küreselleşme gibi süreçler de zaten neoliberal küreselleşmeye çoktan eklemlenmiş olan Türkiye’nin yaşadığı toplumsal değişiminin temel ayakları. Kısacası, siyasi hegemonya değişikliğinin yanı sıra bütün bu diğer süreçler de pek çok şeyi olduğu gibi 23 Nisan’ı da dönüştürüyor.