Ayşe Doğancı, aslında edebiyat öğretmeni. Kendisiyle, bir köpeği sahiplendirmeye çalışırken tanıştık. Derken çocuklarla yaptığı bir çalışmadan bahsetmek üzere bir araya geldik.

Kendi hazırladığı eğitim programında çocuklara hayvanlarla empati kurmanın nasıl mümkün olacağını anlatıyor. Program oyunlar, sunumlar ve hatta barınak gezileri içeriyor. Okullara gidip gelmeye başladıktan sonra dramaturji eğitimi almış çocuklara ulaşabilmek için. İşini gücünü bırakmış, gönüllü ve tam zamanlı olarak bu meseleyle uğraşıyor. Belediyelerle işbirliği yapıp, olabildiğince okula ulaşmaya çalışıyor. Yetişemediği için programı belediyelere ve veterinerlere anlatıp onların ellerinden geldiğince çocuklara ulaşmasını sağlamaya uğraşıyor. Fakat çerçeve giderek genişlediği için, meseleyi bir dizi videoyla isteyen herkesin ücretsiz yararlanabileceği baska bir platforma taşımaya çalışıyor.

Uzunçorap’ın Ayşe Doğancı’ya ve çalışmalarına kayıtsız kalması mümkün değildi. İlk iş kendisiyle küçücük bir söyleşi yaptık. Hemen sonrasında onu yazarlarımız arasında görmekten büyük mutluluk duyacağımızı söyledik… Sağolsun, kabul etti. Aşağıda yaptığı çalışmaları kendi cümlelerinden okuyabileceğiniz minik söyleşiyi okuyabilirsiniz. Önümüzdeki günlerde ise “artist” köpek Güllü’nün ve Ayşe Hanım’ın çalışmaları bizzat kendi yazılarıyla Uzunçorap’ta olacak…

Yaptığınız programdan bahsedebilir misiniz? Amacı nedir?

Programın adını Milli Eğitim’de bir proje olarak geliştirebilmek için biraz bürokratik bir şekilde koydum: “İlköğretim öğrencilerine hayvanlarla birlikte yaşama bilinci kazandırarak empati becerisi edindirme”. Tabii bunun altında bir sürü başlık var. Aslında edebiyat öğretmeniyim ama sonra yaratıcı drama lideri oldum. 10 senedir sokakta, barınaklarda ve evlerde gördüğüm, hayvanlarla ve insanların onlarla ilişkilerine dair manzaralar çok içimi acıttığı için bu konuda bir şeyler yapmaya karar verdim. Uğraştım ama sonunda dedim ki: Yetişkinlere ulaşamıyorum, buna gücüm yetmiyor. Bunu çocuklarla yapmak lazım.

Nasıl başladınız?

Bir arkadaşım bir power point sunumu hazırladı, yaklaşık 100 fotoğraftan oluşuyor. Hayvanlarla ilgili temel sorunlarımız, doğru bildiğimiz yanlışlar, ortak yaşamın neleri gerektirdiği… En çok yok saydığımız, yanlış bildiğimiz şeyler… Tüyünü yutarsak ölür müyüz? O paraziti sucuk yediğimiz zaman da, çiğ köfte yediğimiz zaman da alıyoruz. Tüyün bir günahı yok. Bunun içinden 50 fotoğraf seçtim. Kısalttım. Biraz değiştirdim. Ondan sonra başladım ilkokullara gitmeye.

Bir de yardımcınız var galiba…

Sokaktan aldığım bir köpeğim var, Güllü, artist bir köpek, bayılıyor sahnede olmaya. 300 çocuk bunun üstüne hücum ediyor. Bir kere de hav demiyor, sıkılmıyor. Elini veriyor, geriniyor, karnını kaşıtıyor. Çocuklar çıldırıyor. Gitmeye başladım okullara. Bu sunum, sorulu, cevaplı, interaktif, çocukların ihtiyacına göre yönleniyor. Güllü orada, odak çok canlı kalıyor. En basitinden, nasıl dokunmalıyız. Köpek kuyruğunu mu sallıyor, ne diyor? Dokunayım mı, dokunmayayım mı? Nasıl yapayım? Elimi nasıl koyayım? Onları Güllü ile gösteriyoruz. Tabii bayılıyorlar. Kimi sarılıyor, kimi öpüyor. Ama genellikle, eğer özel okula gidersem, çocuk, bir koruma ordusu, sahne, Güllü ve ben oluyoruz. Muhtemel veli şikayetlerinden korktukları için. Bunu yapmaya başladım, sonuçlarından çok etkilendim. Ne kadar büyük bir boşluk? Bu çocuklar bunları niye bilmiyor? Hayvan deyince çocuk hamburgeri biliyor. Ayrım yok. Yaşam hakkı, arkadaşlık, dostluk yok. Sokak hayvanı öteki. Bilmiyor. Ama golden retriever ev hayvanı. Buradan yola çıkarak geliştirdim.

İstanbul’da çok okul var, hepsine yetişebiliyor musunuz?

Yetişemiyorum. Çünkü okullar aramaya başladı onlara da gitmem için. Destek bulmaya çalıştım, bulamadım. Dedim ki bir plan yapayım. Kendi yaşadığım ilçeler var, Üsküdar, Kadıköy, Adalar, Eyüp, Şişli… Buralardaki okullara gitmeye başladım. Veterinerlerden destek istedim. Yanımda önlüklü biri olsun, iş ciddiyet kazansın. Hiç oralı olmadılar. Ama sahiplendiler, ben de buna izin verdim. Çünkü benim yapıyor olmam önemli. Çünkü dramaturji çok şeyi değiştiriyor, bu sayede oyunlar didaktik olmuyor, eğlenceli oluyor. Böylece bilgi de kalıcı oluyor. Ama dedim ki, belediyeler de bundan nasiplensin ki, bir adım atsın, mevzuya sahip çıksın. Üsküdar’da rutin başladık. 88 okula gidildi.

Dramaturjinin nasıl bir etkisi oluyor bu çalışmaya?

Çocukların eğitim sürecine bizzat katılmalarını, orada anlatılanı coşkuyla paylaşmalarını sağlıyor. Bunu düşünerek programın içerisine oyunlar katmaya başladım. Her fotoğrafı bir oyunla eşleştirdim. Çocuk sahneye çıkıyor, köpek oluyor, çöp kutusunu deviriyor. Oyunu durduruyoruz, ne yapmak lazım diye soruyoruz seyirciye. Üstüne de bir arkadaşımın yazdığı, Tarçın adlı bir köpeğin hikayesini anlatan bir tiyatro oyunu var, onu ekledim. Gittiğim okullarda 20 öğrenci seçip, bu oyunu oynamaya başladık. Üstüne oyun oynayan çocukları barınaklara götürmeye başladım, görsünler diye. Güzel gitti. Ama artık yetişemiyorum. Özel okullardan arıyorlar, devlet okullarından ayırıyorlar. Hayır, demek istemiyorum. Ama mümkün değil hepsine yetişmek. Üsküdar Belediyesi, içeriğini biraz değiştirerek her okula gidiyor bu programla bensiz. Yetişemedikleri zaman arıyorlar gelir misiniz, diye. Gidiyorum. Bir veteriner yardımcı oluyor belediyeye. Çeşitli devlet kurumlarına gittim bunu okullara daha da yaygınlaştırmak için. Ancak bürokraside kayboldum.

Peki şimdi ne yapmak istiyorsunuz?

Şimdi bu programı birkaç bölüm halinde, televizyona, dvd’ye ve web’e uyarlanabilir şekilde çekmek ve isteyen herkese dağıtmak istiyorum. Derdim yalnızca çocuklara izletmek de değil, çocuğuna hayvan almak isteyen anne-baba da seyretsin. Kedi alırken, köpek alırken 10 defa düşünsün. Pet-shop’a gitmesin, barınağa gitsin, aynı hayvan orada da var. Aldıktan sonra hangi sorumluluklarla yüzleşeceğini bilsin. Ona göre kendini hazırlasın. 13 bölüm, her şeyini hazırladım. Şimdi de yapım aşamasına geçmek istiyorum.