Çokkültürlü eğitimin birden fazla sürümü olduğu gibi dayandığı temeller de farklı farklıdır; çünkü bu konu yalnızca bir dil sorunu değil, din, etnisite, toplumsal cinsiyet ve sınıf sorunudur.

Barış ve müzakere sürecinin egemen olduğu ve ‘akil adamlar’ın gündem olduğu 2013’te, ‘çokkültürlü eğitim’ sözü, daha çok dile getirilir oldu. Ancak, doyurucu bir tartışma yapıldığını söylemek güç.

Bir yandan, bu barış ve çokkültürlülük havası eserken, bir yandan, eğitim sistemine yönelik tutucu müdahaleler artarak sürüyor.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) klasiklerine yönelik sansür, zorunlu seçmeliler, okulların dönüştürülmesi vb. gibi uygulamaların barış için eğitim ve çokkültürlü eğitim modeline uygun olmadığı görülüyor.

Bunun en temel nedenlerinden biri, Türkiye’deki etnik talepler nedeniyle, çokkültürlü eğitimin, çiftdilli eğitim gibi dar bir alana hapsedilmesi olduğu söylenebilir.

Anadilinde eğitim talebi, tartışmaları ve uygulamaları bu çiftdilli dar alana kilitlerken, yeni bir hegemonya inşa ediyor. Bu açıdan, ‘kurucu meclis’, ‘İslam bayrağı altında birlik olmak’ gibi söylemler, tekkültürlü bir eğitim modelinden çiftkültürlü eğitim modeline geçişe karşılık geliyor ve bu çift başlı hegemonyanın gerçekten demokratik olup olmadığı pek fazla tartışılmıyor.

Oysa, çokkültürlü yaklaşımın birden fazla sürümü olduğu gibi, dayandığı temeller de farklı farklıdır. Konuyla ilgili araştırmalarda görülebileceği üzere, çokkültürlü eğitim, yalnızca bir dil sorunu değil, din, etnisite, toplumsal cinsiyet ve sınıf sorunudur.

Çokkültürlü eğitimin çeşitli sürümlerine bakıldığında ise, temel ayrımın, kolektif haklar üzerinden yapılan sınıflandırma ile bireysel haklar üzerinden yapılan sınıflandırma olduğu görülüyor.

Kolektif haklar, etnik ve/ya da dinsel grupların resmi olarak tanınması üzerinden hayat buluyor. Bireysel haklar yaklaşımı ise, bireylerin etnik ya da dinsel kökeni ne olursa olsun, onların kendi kültürlerine uygun bir eğitim alma hakkını kabul edip hayata geçiriyor.

Türkiye’de, anadilinde eğitim talebi, birinci türden bir çokkültürlü eğitime karşılık geliyor. Bu tür, Sovyetler Birliği’ndeki uygulamaya da benziyor.

Bu türün sakıncası, çokkültürlü eğitimi sayılara indirgemesi ve kim sayıca fazlaysa, ona, kendi diline uygun bir eğitim hakkı tanımasıdır.

Bir diğer sakıncası ise, insanları, etnik ya da dinsel kökenlerine göre sınıflandırmasıdır. Bu, özcü yaklaşım, bir etnik ya da dinsel gruba ait olduğu düşünülen insanları, birörnekleştiriyor ve türdeşleştiriyor.

İkinci tür yaklaşımda, bireyin kökeni ne olursa olsun, istediği kültüre uygun bir eğitim alması sağlanıyor.

Çokkültürlü eğitime dil açısından bakıldığında, iki konu öne çıkıyor:

Birincisi, varolan müfredatın yanına seçmeli anadili dersleri konması ile; müfredattaki derslerin anadili ile yapılması arasındaki farktır.

İkincisi, anadilinin seçmeli olarak öğretildiği durumda, bu dili okulun dışında konuşanlarla öğrencilerin biraraya gelip dili günlük hayat içinde kullanmaları, bu etnik dillerin işlevselleştirilmesi için önem kazanıyor.

Yoksa, anadilinde eğitim alanların sonu, yıllarca okulda İngilizce dersi görüp İngilizce konuşamayan çoğunluk ile aynı olacaktır.

Çokkültürlü eğitime, din açısından bakıldığında, diğer din ve inanışların resmi olarak tanınması, önkoşuldur. Alevilik dersi örneğinde, çeşitli uygulamalarında görülebileceği gibi, dört olasılık ortaya çıkıyor: Alevilik dersinin Alevi öğrenciler için zorunlu olması; Alevilik dersinin herkes için seçmeli olması; Alevilik dersinin olmaması ve onun yerine, dinler ya da inançlar tarihi gibi bir ders adı altında, tüm inanışlara nesnel olarak yer verilmesi; ve son olarak, dinle ilgili derslerin, okulda değil, dinsel kurumda (cami, cemevi, kilise vb.) yapılması. Hangi yol izlenirse izlensin, din kültürü vb. derslerin içeriğinin elden geçirilip dinsel ayrımcı ve çarpıtıcı ifadelerden arındırılması gerekiyor.

Türkiye’de, bu seçeneklerin yeterince tartışılmadığı, entellektüel enerjinin büyük bölümünün anadilinde eğitime ayrıldığı görülüyor.

Çokkültürlü eğitime, etnisite açısından bakıldığında, ‘milli’ci ve etnik ayrımcı içeriğe sahip derslerin elden geçirilmesi, etnik-merkezli olmayan daha tarafsız ders kitaplarının kaleme alınması ve bu derslerin öğretmenlerinin hizmetiçi bir çokkültürlü eğitimden geçmesi gerekiyor. Zaten, zurnanın da zırt dediği yer, burasıdır.

Çokkültürlülük tartışılırken, kitapların içeriğine dokunulmuyor; onun tam tersine, MEB klasiklerinin içeriğine karışılıyor. Çokkültürlü eğitimin, ayrımcı içeriğe sahip bir müfredatla uyum sağlaması olanaksızdır. Ayrıca, bunun, bir de, örtük müfredat boyutu vardır. Çokkültürlü örtük müfredatın da tartışılması gerekiyor.

Çokkültürlü eğitime, toplumsal cinsiyet ve sınıf açısından bakıldığında, daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Bir kere, bu konunun neredeyse hiç tartışılmadığı görülüyor ve belki de en çok tartışılması gereken konu, budur.

Çokkültürlü eğitim vermek isteyen kurumlar, üst sınıfa hitap ediyor. Oysa, çokkültürlü eğitimin, seçkinlerin okullarında gerçekleştirilmesi, ülke açısından bir anlam ifade etmiyor.

Çokkültürlülük, ‘mahalle mektepleri’ne inmedikçe, seçkinlerin bir zihin cimnastiği olmaktan öteye geçmeyecektir.

Son olarak, çokkültürlü eğitim tartışmalarının fazlasıyla içine kapalı bir tartışma olmasından şikayetçi olalım.

Bu, yakın zamana kadar inkarcı olan politikalardan kaynaklanıyor elbette. Ona bir tepki olarak, Türkiye’de çokkültürlü eğitim, ülkedeki etnik grupların tanınmasına indirgeniyor.

Oysa, AB(D)’de, çokkültürlü eğitim tartışması, yakın dönemde ülkeye göçmüş olanların eğitimle ilgili talepleri ve gereksinimleri üstünden dönüyor. Örneğin, Avrupa’da çokkültürlü eğitimin konusu, Avrupa’da yaşayan Faslı ya da Somalili öğrenciler olabiliyor.

Avrupa’ya gitmek için açık olan tek köprü niteliğindeki ‘mülteci cehennemi’ Türkiye’de, vatandaşlık hakkını yakın zamanda kazanmış göçmenlere ve ne sığınmacı ne göçmen statüsünde olan sayısız insana (özellikle, Afrikalılar, Afganistanlılar ve İranlılar), bu çokkültürlülük tartışmasında hiç mi hiç yer verilmiyor.

Şu an, gündem kölesi olduğumuz için bize uçuk gelebilir; ancak, çokkültürlü eğitim talepleri içinde, Afrika dillerinin okutulması yer almadığı sürece, bu model, hep eksik kalacak.

* Elimu kwa ajili yetu pia! (*)

(*) Elimu kwa ajili yetu pia: Bir Doğu Afrika (Kenya, Tanzanya, Mozambik) dili olan Swahili dilinde: “Bizim için de eğitim”

Kaynak: bianet