Bir evde bebek ya da küçük çocuk varsa, o evde sabah sekizden önce uyanmak gerekiyor. Hafta içi, hafta sonu fark etmiyor.
Genelde 08:00 gibi kalkıp 01:00 gibi yatıyoruz. Gün içinde uyuklama fırsatı da bulamıyoruz. Ulaş her sabah 07:00 olmadan evden çıkıp servisle 40 kilometre doğuya gidiyor. Ben ise 09:30 gibi kızımızı okula bıraktıktan sonra, arabayla köprüyü de aşıp 35 kilometre batıya.
Malum İstanbul şartlarında nereden baksan günde en az ikişer saatimizi alıyor işe gidip gelmek. Akşam 18:30 gibi evde buluşmuş oluyoruz yeniden.
Çocuklarla oyun oynayıp, onları öpüp koklayıp, yedirip içirip uyuttuktan sonra saat 22:00 oluyor. Ancak o saatten sonra, genellikle yapmak zorunda olduklarımıza, nadiren de yapmak istediklerimize vakit ayırabiliyoruz.
Mesela benim kalan o birkaç saatte sınav kağıtlarını, ödevleri okumam, ertesi günün dersi için sunum hazırlamam, makale yazmam filan gerekiyor. Ulaş ise hemen her gece, “Bu akşam da gidemedim sinemaya. Hobbit vizyondan kalktı mı acaba?” deyip bir gözü kapalı bir gözü açık dizi izlemeye, kitap okumaya çabalıyor. Birlikte gitmek zaten hayal. İtiraf etmeliyim ki vizyona neyin girdiğini bile takip etmeyi çoktan bıraktım ben. Sinemaya gidemiyorum. Nokta. Ulaş ise inatla vazgeçmiyor, “Belki yarın akşam, çocuklar uyuduktan sonra giderim…” diyor. Her gece… Üç nokta…
Hal böyleyken, günlerden bir gün işe araba yerine Kabataş vapuruna binip gitmek, yolda Pırıl Yay’ın yazdığı Hayata Işık Güney Asya adlı gezi kitabını okumak “gitmeden gitmek” demek olabiliyor.
Şöyle yazıyor Pırıl: “Genelde yollarda iken sekizden önce uyanmak gerekiyor. Genelde sekiz gibi kalkıp bir gibi yatıyoruz. Gün içinde de arabada uyukluyoruz.”
Demek ki neymiş? Bazı yönleriyle benim hayatımdan pek de farkı yokmuş gezgin hayatının.
Güney Asya’ya doğru yola çıkmasına yakın, bir görüşmemizde Pırıl’a “İşini gücünü bırakıp, sırt çantasıyla, en az altı ay sürmesine karar verdiğin, üstelik ne zaman döneceğini bilmediğin bir yolculuğa çıkıyorsun. Benim gözümde fantastik bir roman kahramanından farkın yok” demiştim. O ise bana “Biri iki yaşında, biri üç aylık iki çocuğun var, Kadıköy’e bile giderken evden bavulla çıkman gerekiyor, üstelik kısa bir süre sonra işe başlayacaksın. Asıl senin benim gözümde fantastik bir roman kahramanından farkın yok” diye yanıt vermişti.
Gülüşmüştük. Hangimiz haklıydık?
Nihayetinde ikimiz de neyin hayalini kurduysak onu yaşıyorduk. Pırıl bu geziye çıkmaya karar vermeden kısa bir süre önce, ucuz atlattığı ciddi bir kaza geçirmişti. Kaza anını kitabında şöyle anlatıyor: “O 15-20 saniyede ne bir film şeridi, ne korku… Sadece kafamda oluşan yüzlerde düşünce… Ve o düşünceler arasında hızla geçen bir hayıflanma hatırlıyorum: “Yaa, daha Hindistan’ı görememiştim!”
2007 yılında bir konferans için Honolulu’ya gittiğimde, 24 saatten fazla süren yolculuk sonrasında ciddi şekilde üşütmüş ve orada geçirdiğim bir haftanın ilk üç gününde yataktan çıkamamıştım. Dünyanın tam öbür ucunda, bir otel odasında, tek başıma hasta yatarken, Pasifik’te bir yerlerde deprem olmuş ve tüm adalarda tsunami alarmı verilmişti. İçine düştüğüm umutsuzluğu, bir daha asla evime dönemeyecek olma endişesini dün gibi hatırlıyorum: “Yaa, daha anne olamamıştım!”
Çok iyi iki eski dosttuk, birbirinden çok farklı hayallerimiz vardı. Neyse ki çok, çok şanslıydık ve hayat bir şekilde ikimize de gülmüştü. Bugün Kabataş vapurunda Pırıl’ın Sri Lanka’dan başlayan Güney Asya gezisi günlüklerini okurken, “belki bir gün biz de…” diye düşündüm. “Çocuklar büyüdüğünde, belki bir gün biz de Ulaş’la Angkor Wat’da, Sihanoukville’de gün doğumunu, Chang adasında, Luang Prabang’da gün batımını seyrederiz….” Üç nokta…
Bugün Kabataş vapurunda, Hayata Işık Güney Asya‘yı okurken, bolca üç noktalı cümleler kurduğum bu yazıyı kafamın içinde yazmaya başladım. İnmeye yakın facebook’a göz gezdirirken, sevgili Beyhan Sunal’ın şu sözlerine denk geldim:
“Cümlenin sonuna konan üç nokta (yan yana) bir umuttur aslında, hayat (kendi kurallarıyla) devam ederken o cümleden vazgeçememektir. O da devam etsin demektir. Bir tür geri dönüş yolu için dökülen ekmek kırıntıları gibidir üç nokta; sen yolunu bulamasan da o umut başkalarının karnını doyurur…”
Sri Lanka-Kabataş hattı vapur seferlerimiz hava muhalefetine rağmen devam edecek…