İnanmazsınız, ben de çocuktum. Hiç çocuk olmamışım gibi davranan pavuryalarım var benim. Bazen hiç çocuk olmamışım gibi davranan sekiz kova insan var etrafımda ama hep çocukmuşum gibi davranan bir annem, bir babam, bir teyzem ve bir de babaannem var ve daha nice yaşasınlar, lütfen. Onlar da olmasa, ben bile inanacağım bir zamanlar çocuk olmadığıma…
Neyse efenim, yok ben öyle kreşe, anaokuluna falan gitmedim. Yedi yaşıma kadar ‘ananeme’ emanet bir çocuktum. Akşama kadar onunla neler gördüm, neler yaşadım, anlatsam buradan Ankara’ya yol olur. Şahaneymiş meğer, tekrarı olmayacak bir masalmış meğer, gözümün önünden şerit gibi geçecek mis bir dönemmiş meğer.
Şu an fark ediyorum ki (aslında bu farkındalık tamamen pavuryaların okul macerası başladığından beri daha gerçek, kesin bilgi!) çok çok ama çok özel bir çocukmuşum. Düşününce anladığım, fark ettiğim, bildiğim ne çok duygu, olay ve durum varmış meğer.
Mesela maaş zamanı, anneannem ile üç aylığını almaya onunla giden kazanırdı. Fatih (abim) ya da ben, kim şanslı ise artık. Asla birlikte o dev kadınla maaş almaya gitmek için denk gelmedik Fatih’le; çünkü bizim zamanımızda sabahçı ve öğlenci okuma durumu vardı. Belki hala var, inanın bilmiyorum ama pavuryalar için çırpınışımdan olacak, bu tür bir devlet okulunda da rastlamadım bu duruma, anaokulu için en azından, belki de yanımızdaki Büyük Esma Sultan İlköğretim Okulu’nda böyle bir bölümleme vardır, bilmiyorum…
Okuldan eve gelince anneannemle vakit geçirmek ne acayipmiş mesela… Etüd metüd yok ya, misal o bana öyle pedagog pedagog sorular sormadı hiç. Normal soruları olurdu hep “Beslenmeni bitirdin mi?” “Silgin, kalemin tam mı?” “Dersin var mı?” Naif, kendince çok önemli ve gerçekten samimi.
Bunu neden söylüyorum biliyor musunuz? Bazen kendimi sonradan öğrendiğim saçma sapan soruları pavuryalara sorarken yakalıyorum ve giderek daha da fazla kızıyorum kendime. Saçmalıyorum işte basbayağı.
Sorduğum öyle sorular oluyor ki Bade’nin “Ne biliiim be anne!” diye cevap vermesi en güzeli olur. Belli ki bunu söyleyemiyor ama bunu söyler gözlerle bakıyor bana ve ben bunu anladığım anda afallayıp hooop lafı değiştirebiliyorum, iyi ki!
Konuma döneyim, ben bodoslama ilkokula başlayanlardanım. Annem ilk gün sabah beni okula götürdü elbet ama eve dönüşüm kendimden. Zira yürüyerek bir karşıdan karşıya geçiş ve dümdüz giden fazla uzun olmayan bir yoldan ibaretti, ev yolu.
Okulum Ankara Kurtuluş İlkokulu. Birinci sınıftan beşinci sınıfı bitirene değin hiç değişmeyen öğretmenim Perihan Uykulu. Onu da, okulumu da çok sevdim. Kırmızı kuru boya ile kızaran elmalarım oldu benim birinci sınıfta, pazar akşamları izlediğim “Aşk Gemisi”ni öğretmene ispiyonlayan kumrular vardı benim hayatımda. Yine sadece pazar günleri evdeki tüm ayakkabı ya da botlarını boyayan babam vardı benim o zamanlar… Akşamın köründe resim ödevimi bitirmeye de uğraştım, dönem ödevlerimi bitirene kadar sayfalarca yazmaya çalışırken sağ el orta parmağımdaki kalem çöküntüsüne de şahit oldum.
Annem ya da babam ödevlerimi hiç yapmadı, yapmaya da meyil etmedi. An itibariyle tuhaf geliyor çünkü arkadaşlarım hep böyle yapıyor yani çocuklarının ödevlerini gece birde mutfakta kendileri yapıyorlar. Ben yapmayacağım, yapmam.
Meğer ne iyi bir şeymiş okul boyunca yaşadıklarım. Kendi başıma başardıklarım. Bunu da sonra yazacağım, bu da ayrı…
Tüm bu güzel zamanlara rağmen ilkokulu zar zor bitirenlerdenim, kafaca ve karnece yani. Öyle ki, aslında “Orta” ile bitirmem gereken ilkokulu sırf öğretmenim ortaokulda kimse benimle alay etmesin diye beni “İyi” ile mezun ettiğini ciddi bir süre sonra öğrendim.
Zaman geçti efendim, ortaokula başladım. İlk dönem teşekkür aldım, ertesi gün annemdeki hırsa bakın, ilkokul öğretmenimin kapısına cumartesi sabah yedide kapıyı çalmak suretiyle dikildik. Annem aldığım teşekkürü gösterdi ilkokul öğretmenime, o ağladı, annem ağladı… Ben çok farkında mı değildim yoksa kendime mi konduramadım, bilmiyorum. İyi hissediyordum, şu an bile hatırlıyorum o anki hissimi.
Sonra efendime söyleyeyim lise sona kadar devam etti teşekkür muhabbeti okul süresince ve her dönem ve sonra üniversite… İlkokul öğretmenimin o ilk gittiğimizde anneme söylediğini hiç unutmadım:
“Ayten Hanım (Annem) Ferhan sonradan açılan bir çocukmuş meğer ve ben iyi ki onu “Orta” ile mezun etmemişim, yoksa kendimi hiç affedemezdim, hayatı boyunca çok başarılı olsun dilerim…”
Başarıyı bilmem ama an itibariyle o kadar şahane pavuryalarım var ki, onlara eşlik eden öyle şahane bir yeryüzü var ki bana, o kadar güzel arkadaşlarım, dostlarım var ki buradan bakınca hayat bana güzel, bana mis! Yaşamın diğer tarafları, yani yeryüzü ile mücadele etmek, iş, güç, edinmek istediğim başka şeyler hep şurada, biraz geride, üç sokak arkada duruyor.
Pavuryalar anaokuluna başlayalı 21 gün oldu. Gerçekten onlara şimdiki zamane anneleri gibi saçmalamak istemiyorum. Bu yazının amacı aslında onlara buradan sizlerin de huzurunda da birkaç söz vermek.
İzninizle bunları sıralayacağım.
Gün gelip buradan okuduklarında umarım “Anne, amma da saçmalamışsın.” demezler. Umarım 15 yıl sonra onlarla Beşiktaş Çarşı Balık’ta ya da her neresi ise orada rakı içerken “Ben aslında böyle yapmak istemedim.” demem onlara.
Bade ve Barış
1- Yapmak istediğiniz ne varsa şu hayatta sizi önce dinleyeceğim.
2– Fikirlerinize asla yekten karşı çıkmayacağım.
3- İçim gitse de o gün geldiğinde sizi arkadaşlarınızla tatile göndereceğim.
4- Annem gibi şu cümleyi ben de size kuracağım: “Nerede olduğunuzu bileyim.”
5- Size yalan söylemeyeceğim.
6– Duygularımı sizden saklamayacağım.
7- Size “mış gibi” davranmayacağım.
8- Seçtiklerinizi, duygularınızı anlamaya çalışacağım.
9– Sizi benim istediğim ama sizin istemediğiniz bir şeyi yapmaya zorlamayacağım.
10– Sizi sonsuza kadar seveceğim…
11– …
12– …
13– …
14– …
15– …
.
.
.
.
.
Mis günler dilerim…