Geçtiğimiz günlerde Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü Mustafa Aydın, bir konferansta “Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin” deyince ortalık ayağa kalkmıştı. Sonra Aydın görevden alındı, bütün sorun çözüldü ve toplum olarak vicdanımız rahatladı. Aydın’ın sözleri arasında bir de “Arjantin ya da Brezilya’da emniyette, suçlu çocuklara ‘nasıl bir şiddet uygulayalım diye tartışılıyor” diye bir cümle vardı. Onu atladık ya da dikkatimizi çekmedi diyelim. Arjantin’i çok bilmiyorum ama Brezilya’yla ilgili bildiğim bir şey var. O da sokak çocuklarından kurtulmak için 1993’le 1996 yılları arasında yaşları 11-17 arasında değişen 3 bin sokak çocuğunun öldürüldüğü. Öldürenlerin genellikle polisler ya da polislerin de içinde yer aldığı çeteler olduğu biliniyor.
Tinerciler nerede?
Yazın İstanbul’da değildim. İstanbul’dan uzak kalan her insan gibi döner dönmez İstiklal Caddesi’ne koştum. Etrafta bir eksiklik hissettim ve sordum “Tinerciler nereye gitti?”; arkadaşım “bilmem” dedi. Ve sonra başkalarına da sordum cevap aynıydı… Bugüne kadar kime sorduysam herkes “bilmem” dedi. Ben de bilmiyorum. Neredeler, ne yapıyorlar? Durumları iyi mi kötü mü? Halleri vakitleri yerinde mi? Mesele de bu değil zaten. Mesele yıllarca aynı caddeyi, sokakları, aynı tedirginlikleri paylaştığımız onlarca çocuğun bir gecede ortadan kaybolması ve kimsenin bunu merak etmemesi. Oysa ne çok muhabbeti dönerdi eskiden “tinerci tehdidinin”…
Ya kötü bir şey geldiyse başlarına?
Brezilya örneğinin en trajik yanı belki de şuydu. Binlerce çocuk sokaklarda öldürülürken, toplumda pek de kaydadeğer bir tepki oluşmamış. Bir gecede kaybolan çocuklar için kimse “neredeler” dememiş: Tıpkı bizim gibi…
“Tanrı Kent” filmini izlediyseniz, biraz fikir sahibi olmuşsunuzdur Brezilya’nın sokak çocuklarıyla ilgili; izlemediyseniz de mutlaka izleyin. Orada Brezilyalı çocukların bizim gariban tinercilerimizden çok daha “vahşi” olduklarını göreceksiniz. Öyle “abi bi liran var mı?” diyen çocuklar değil onlar. Silahı çekip, istediğini alan çocuklar… Ama çocuklar…
Karanlık sokakta neden yollar değişir
Henüz üniversitenin ilk yıllarıydı. O zamanlar cep telefonuyla konuşur, mesaj atar ya da yılan oynardınız, başka bir işe yaramazdı. Dolapdere’de oturuyordum. Her gün geçtiğim bir yol vardı tinerciler, torbacılar, çingeneler, travestiler yol arkadaşımdı genelde. Hiç başıma kötü bir şey gelebileceği endişesi duymamıştım. Çünkü onlardan biriydim, cebinde para olmayan, sıradan bir adam. Kızılderilerin arasında dost bir beyaz… Derken bir gün kendi maddi standartımın üstünde, pahalı sayılabilecek bir telefon aldım, içinde yılan dışında oyunlar da bulunan. Hatırlıyorum, telefonu aldığım ilk gündü. Her gün yürüdüğüm o sokağa girerken endişelendim ve yolumu değiştirdim. Çünkü o gün onlardan biri gibi hissetmemiştim kendimi. Artık benden alabilecekleri bir şey vardı. Ve o şey sokaklarımızı ayırdı. Sonra tekrar birleştirmek üzere elbette.
Bizim çocuklar bir alem
Tinercilerle ilgili durum biraz ilginç bence. Düşünsenize küçücük çocuklar ve ceplerinde bir tırnak çakısıyla “dehşet saçıyorlar”. Silah yok, çete yok, para yok, ama onlar güçlüler(di). Bazen sadece aklın ve mülkiyetin egemenliğinden kurtulmak yetiyor demek ki “güçlü” olabilmek için. Onlarınki bir tercih değil biliyorum ama bizi ürküten, onlar karşısında güçsüz kılan sahip olduklarımız ve kaybetmekten korktuklarımız değil miydi hep? Bir de ilginç bir yan var; tinerci korkusundan polise sığınır ya insanlar, onca kötü “maziye” rağmen… Demek ki şiddetin bile düzenlisi, devlet güvencesinde olanı güzel.
Sokaklardan vaz geçersen özgürlük ne ola ki?
Sanırım sır burada biraz. Tiner kullanan çocuklar kayboldular ve kimse onları sormadı. Çünkü onlar, i-phone’larımız, cüzdanlarımız ve çocuklarımız için zararlılar. Sonrası işte malum, mülksüzlerden kaçmak için kapısı güvenlikli sitelere düştü yolumuz. Kendimizi içeri kapatarak dışarıdan özgürleştik. Bazı sokaklardan vazgeçip güvende hissettik. Ve onlar yok olup gittiklerinde bir sessizlik korosu olup, merak bile etmedik. Onlar da birinin çocuğuydu oysa ki bakabileceği kadar çocuk yapamayanların çocuğu!
Tedirginlik genetiktir!
Sonra işte bizden çocuklarımıza geçti tedirginliğimiz. Sokağa çıkmıyorlar, bilgisayar başından kalkmıyorlar, asosyaller falan filan… Çünkü sokaklardan korkuyorlar ve acı olan şu, en fazla bizim kadar korkuyorlar.
Döndük yine en başa… Mustafa Aydın kimdi? Psikopat bir okul müdürü mü yoksa mülk sahiplerinin içten içe beslediği korkunun bir sözcüsü mü? Sokaktaki çocuklar birden bire yok olduğunda kimsenin endişelenmemesi, olası bir suçun peşin ortaklığı değil mi?
Lütfen eğer bir daha rastlarsanız, tinerci bir çocuğa ürkerek bakmayın, rastlayamazsanız da merak edin onları. Emin olun onlar çalınmasından korktuğunuz i-phone’ununuzdan daha değerli… Hayatı güzelleştiremeseniz de kendinizi çirkinleştirmeyin…