Biri bana gelip de “Hayatının sürprizlerinden birini TBMM’de bulacaksın” dese, “Meclis’te vişneli tayfırdan* fazla ne bulabilirim?” diye sorar, burun kıvırırdım. Dört serası, yüzlerce çeşit çiçeği ve binlerce karanfiliyle Meclis benim harikalar diyarımmış meğer…
2012 Kasım’ına ışınlanalım. Açlık grevleri sürmekte, durum pek iç açıcı değil. Meclis’i çözüm isteyen kadınlardan oluşan bir heyetle ziyaret ediyoruz. Toplantılar, konuşmalar, “tabii durum kritik”ler. Gözleri tavana, kulakları havaya diken bir takım lakırtılar. Neyse açlık grevleri bitti de ricalle mesaiye gerek kalmadı.
Girizgâh şundan; ben o kadar sıkılmışlığımla; Rifat’la koridorda gezerken bir saksının önünde durdum kaldım. Devasa bir kauçuk ağacı. Kısa bir es, derin bir “Hiiii” sesi. Rifat dedi ki, “Meclis’in serasından gelir bütün çiçekler…” Günlerden Salı, bütün grup toplantıları o gün, kapılarında yatsam yine de götürmezler o seraya beni. Vakit daralmakta, İstanbul’a döneceğim… Rifat’tan “Ama kesin götüreceksin değil mi, söz değil mi, gideceğiz değil mi?” diye ayrı ayrı yeminler aldıktan sonra döndüm kös kös.
Lojmanları geçince seraları göreceksin, şaşırma
Geçen hafta Ankara’daydım. Ve sadece bu sözün hatrına Meclis’te. Güvenlik Caddesi’ne doğru yürüyüp, lojmanları geçince göründü vaha. Sağlı sollu 4 sera.
Yolda giderken Rifat bilgi vermeye başladı. Seralar Meclis’in çiçek ihtiyacını karşılamak için var. Hem peyzaj düzenlemesi, hem milletvekili odalarına aranjman, hem de kesme çiçek düzenlemesi yapıyorlar.
548 milletvekili ve çalışanıyla 6 bine varan personelin çiçek ihtiyacı biter mi? Yer Türkiye’nin nabzının tutulduğu meclis olursa, bitmez. Zaten bize “Derdimiz başımızdan aşkın” edasıyla bakan bahçıvanlar da oradaki iş yoğunluğunun en açık göstergesi. El arabalarıyla boy boy benjaminler giriyor, krotonlar çıkıyor.
Ben bahçıvanın “Hadi ufak ufak” bakışına hiç aldırmayacak, gözüme kestirdiğim en büyük seraya girecek, aklımın yarısını orada düşüreceğim. Envai çeşit eğrelti otları. Arsız ve dertsiz olduğu için geniş salonların bulunduğu güneşli yerlerde genellikle fil kulağı ya da kauçuk altında görsel malzeme olarak kullanılıyormuş. İrili ufaklı boncuk sedumlar, ericalar, sukulentler… Ankara’nın havasına pek de uygun olmayan sedum ve sukulent burada itinayla büyütülüyor.
Kaktüs üreten çiftikleri saymazsak en çok çelikten kaktüsü yine burada gördüm. Kaktüs yetiştiricilerin gözdesi narin lithopslar da serada görüp şaşırdığım türlerden… Kumlu toprağın üzerine yerleştirilmiş taşlar gibi uzatıp başlarını bakıyorlar. Boyu 2-3 metreyi bulan kılıç güçlü ve dayanıklı bir vurgu çiçeği olduğu için bir bölümde ayrıca çeliklenen türlerden; boyları henüz bir parmak kadardı.
Venezuella’dan sonra yine en çok telgraf çiçeğiyle burada karşılaştım. Tradescantia adıyla bilinen bu yayılıcı tür bahçıvanları bıktırmış. Ben “Aaaa zebrasından da varmış; aaa moru da varmış, aaa bu alacalı mı?” dedikçe, “aman çok arsız kendini ata ata bitiremiyor” diye şikayetlendiler. “Çiçeklere talep şu dönem çok yoğun” deyip, kat’i surette satış yapmadılar, bir dua çiçeğini ancak verdiler ama tüylü telgraf çiçeği envarterlerinde yok, isterlerse onlar gibi yapmam bir çelik gönderirim.
Boynu bükük çiçekler…
Bu sera aynı zamanda milletvekili odalarında beti benzi atmış aranjmanların da son durağı, bir nevi acil yardım kliniği. Bir köşede unutulmuş kalanchoeler… Kalanchoe çiçekleri yüzünden “Pek tatlıymış” muamelesi görüp, ilk yaprak dökümünde unutulmaya mahkȗm sukulent. Milletvekilleri aranjmanları ağlamaklı, muhtemelen en gösterişli hallerin yüzü suyu hürmetine, “Koysanıza şundan da bir demet” deniverilmiş. Bir köşede akut halde duran bitkiler vekillerin botanikle ilgilerinin görsellikle sınırlı olduğunun ipucunu da veriyor. Naçizâne önerim sararan yaprağını kıramayacakları, kuruyan toprağına su veremeyecekleri çiçeklerin hisleriyle oynamasınlar, yapmalarıyla idare etsinler, bunu yapmasınlar.
Kızıl karanfiller…
Son sera karanfille dolu. Kulaklarında “dimdikti başları/ yiğit yoldaşların/ gülen kızıl karanfiller içinde” şarkısı olan biri için Meclis’te karanfil serası bulmak hayatın topu taça atması gibi. Her hafta 4 bin kesme karanfil çıkıyormuş buradan. Her birinin bir yeri var, bir anma, bir basın açıklaması, bir yabancı heyete sunulan demet…
Mutlaka bir kare alalım istiyorum, henüz gonca bir kızıl karanfilin önündeyim. Kimbilir belki onun tohum atasıdır Deniz Gezmiş’lerin idam kararına, 1982 anayasasının kabulüne, 96 Şubat’ında harç zamlarına karşı pankart açan çocukların apar topar götürülmesine şahitlik eden… Edip Cansever söylesin:
“Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele”
*Vişneli Tayfır: Meclis lokantasının güzide bir tatlısı. İçinde vişne ve ananas olan bir muhallebi.