UNICEF’in de katkısıyla giderek yaygınlaşmaya başlayan bir kavram var. Tıpkı “yavaş şehir” gibi, yaşanabilir bir şehri sahip olduğu ya da potansiyel taşıdığı zenginlik değil de, sakinlerine yaşattığı hayatın “huzur” endeksine göre tanımlama girişiminin bir sonucu. Bu tür kavramlaştırmalar şehirlerin “pazarlama” süreçlerinde etkin olarak kullanıldıkları için tam da aksi istikamette sonuçlar yaratma riski her zaman taşıyorlar. Ama gene de en azından şehir denilen devasa meseleyi bir başka açıdan ele almayı gerektirdikleri için bir müddet iş görebileceklerini söylemek mümkün.

Çocuk dostu şehir kriterleri şöyle özetlenmiş childfriendlycities.com adresinde (Bu adreste UNICEF’in de desteklediği konsepte ilişkin araştırma ve uygulamalarla ilgili geniş bir database de bulunuyor):

Çocuk dostu şehir, aşağıda sıralanan çocuk haklarını yerel yönetim kararlarında gözeten şehirdir…

– Çocuk hakları şehre dair kararlar alınırken göz önünde bulundurulur

– Çocuklar şehre ilişkin taleplerini kolaylıkla dile getirirler

– Çocuklar aile ve şehir hayatına etkin olarak katılırlar

– Çocuklar sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerden yararlanırlar

– Temiz içme suyu ve sağlıklı bir kanalizasyon sistemi kuruludur

– Çocuklar her türden istismar ve şiddetten korunurlar

– Caddelerde güven içinde tek başlarına dolaşabilirler

– Arkadaşlarıyla buluşup oynayabilecekleri alanlara sahiptirler

– Bitki ve hayvanlarla karşılaşabilecekleri yeşil alanlara sahiptirler

– Temiz bir çevrede yaşarlar

– Kültürel ve toplumsal etkinliklere katılırlar

– Her türden hizmete ulaşmakta erişkinlerle etnik kimlik, din, gelir düzeyi, toplumsal cinsiyet ve bedensel engellilikleri gözönünde bulundurulmaksızın eşit muamele görürler…

Ankara, bir kaç yıldır “çocuk dostu şehir” olmaya çalışıyor. Doğrusu bırakın Ankara’yı, Türkiye’nin herhangi bir şehrinde böyle bir iddia için insanın Melih Gökçek olması gerekiyor galiba. UNICEF’in bu iddiayı ciddiye alması da, çocuk dostu şehir kavramını ne kadar ciddiye aldığının göstergesi…

Dünyada böyle şehirler var mıdır, olabilir mi? Erişkinlerin birbirlerine bile herhangi bir konuda söz hakkı tanımaya tahammül gösteremedikleri bir dünyanın çocuklara kulak kabartması nasıl sağlanır? Ve bunlara benzer binlerce soru sorulabilir. Ama halihazırdaki aileler ve çocuklar için verilmesi gereken en az bunlar kadar acil cevaplar var…

Şehirleri çocuklarımızın güvenle yaşayabilecekleri alanlar haline getiremiyorsak, bu konuda bırakın çocukları, ebeveynleri bile kimse dinlemiyorsa ne yapmak lazım? Şehir merkezlerindeki evlerden kalkıp güvenlikli sitelere göç etmek yeterli mi? Peki ya o sitelerde büyüyen çocukları bekleyen başka tehlikeler yok mu? Oralarda yaşayan çocuklar şehrin onlar için barındırdığı tehlikelere karşı kendilerini korumaktan aciz olmayacaklar mı ilerde?

Çok zor, hayati önemde sorular bunlar… Başa çıkılması güç bir endişe yüküne sahipler üstelik… Çocuğum olmadığı için bu kadar rahat söylüyor olabilirim, ama bana kalsa çocuğumu şehirle mücadele edebileceği donanıma mümkün olduğu kadar çabuk hazırlardım. Madem “çocuk dostu bir şehir” mümkün değil, şehirde hayatta kalabilen bir çocuk nasıl yetiştirilir bunun çözümünü arardım. Ama bir yandan da hesabını sorardım şehri giderek değil çocuğumdan benden bile esirgeyen, bana ve aileme şehri zindan edenlerden… Kentsel muhalefeti sosyetik bir mücadele alanı olarak görmek yerine, hayati bir mesele olarak görür, işin bir ucundan tutardım… Çocuğumun gittiği okulun bahçesini bile otopark olarak kiraya verecek kadar gözü dönmüş bir şehir yönetimine hayatı, şehri bir yatırım değil yaşam alanı olarak düşünmeyi öğrenene kadar zindan ederdim. Çünkü bilirdim ki, bu benim çocuğum için yapabileceğim en iyi şeydir!